26.BÖLÜM

187 17 11
                                    

''Artık yedi meşale yanmıştı ve ölümün kapısı yavaştan aralanmıştı.''

Büyük bir belirsizliğin içerisinde çırpınırken yapılacak en makul şey akışına bırakmaktı. Mahvolan hayatlarımızı daha da zorlaştırmanın ne anlamı vardı. Gördüklerimiz ve bir günde değişen renklerimiz bir daha düzelmeyecekti ama bir geri bir ileri giden o kayık şu an durmuştu, fırtına dinmişti. 

Peki bize doğru adım atan o ayaklar yeni bir fırtınanın habercisi miydi? Sadece korkuyordum. Büyük bir körlük etrafımızı sarmışken olabilecek yeni kötü olaylardan korkuyordum. 

Sayamayacağım kadar çok korku biriktirmiştim içimde. Ama o hapishaneye dönmek bugüne kadar yaşadığım en büyük korkuydu. O hapishaneye bir daha dönmek ve ölüm çetelemi tutmak istemiyordum. 

Biraz sonra tiz bir nefesle gizli kişi belirdi. Şok olmuştum. Silahı vardı ve çoğu katilde olan o tehlike sinyallerini veriyordu. Tanıdık bir yüzdü ama asla hoşlandığım bir yüz değildi ve silahını bize doğru doğrultuyordu. 

''Kaçarken keşke bizleri de düşünseydiniz.'' Sürekli titreyen eli bizler için büyük bir kaosun habercisiydi. İyi görünmüyordu ve bu haliyle bana yaklaşan bir ölümü hatırlatıyordu. Üst sınıflardandı. Onu ilk gördüğümde güleç bir insan gibi gelmişti ama bu hastalıkta onu soyut bir caniye bürümüştü. 

''Sende zaten çıkmışsın ne diye bize geldin, psikopat mısın lan?'' 

Anıl'ın bu dili beli çıldırtıyordu. Sinirlenince kimseyi görmeyen o gözleri beni ya da onu ölüme sürükleyebilirdi. 

''Ne sandınız? Ben ölümle cebelleşirken sizin gibi iki angutun kendisini düşünmesini mi izleseydim?'' 

''Herkes kendisini biraz düşünmeli.'' diye yanıtladım. Hırıltılı bir şekilde öksürdü şimdi gözleri yaşla dolmuştu. 

''Evet ama benim kendimi düşünecek halim kalmadı. Aslında ben onunda yanınızda olmasını bekliyordum ama sanırım o saklandı. Piç.'' 

Kimi dediğini anlamamıştım. Ama Anıl anlamış gibi duruyordu. 

''Onu niye yanımıza alalım? Canı cehenneme.'' 

''Kimi diyor?'' dedim fısıldayarak. 

''Ata.'' 

Yine şok olmuştum. ''O neden bizimle olsun?'' 

Hastalıklı tiz kahkahasını patlattı. ''Dört fire verdik o yüzden.'' 

Anıl'ın sinir damarı belirmişti. ''O da mı kaçtı?'' 

Çocuğun tekrar eli titredi ve bize doğru yaklaştı. ''O nerede?'' 

''Bilmiyoruz, bizimle gelmedi.'' 

''Yalan söylemeyin lan!'' diyerek bağırdı ve havaya bir el sıktı. Gökyüzünde birden kuşların sesleri sanki korodaymışlar gibi ötmeye başladı. Köpekler havlamaya ve kediler tıslamaya başladı. 

Anıl'ın herhangi bir atak yapmasından korkuyordum. Sinirliydi ve sinirli olduğu zaman sağlıklı düşünemiyordu. Derin bir nefes aldım gözlerimde biriken yaşları temizledim. Ölmekten korkmuyordum sadece bu duruma düşmek beni üzüyordu. 

Karşımda bizi öldürse bile çok yaşamayacağına emin olduğum birisi duruyordu. Onun için mi üzülmeliydim yoksa bizim için mi üzülmeliydim bilmiyordum. 

Kendimi bir boşlukta hissettiğimi sandığımda Anıl'a tutulmuştum. Daha sonra aslında asıl boşluğun esaret olduğunu anlamıştım. Şimdi ise ölümün boşluğuna kapılmış birisi bizden nedenini anlayamadığım bir şekilde kurtulmak istiyordu. 

''Ne istiyorsun?'' dedim bıkkın bir ses tonuyla. 

''Onu.'' 

Hala onun yanımızda olduğuna inanıyordu. Ya da kendini inandırıyordu. 

''O burada değil !'' 

Bağırtım tüm harabede üç kez yankılanmıştı. Ama gözleri hala bize inanmamaya devam ediyordu. 

''O zaman benden önce buradan gitmesi gereken kişiler var, bende bunu anlıyorum.'' 

''Elinden geleni ardına koyma.'' 

Anıl'ın bu meydan okuması beli çıldırtmıştı. Elinde silahı olan bir adama söylenen en aptalca şey olabilirdi. Eğer karşımızda silahı olan bir çocuk olmasaydı yanına gidip nasıl bu kadar aptal olduğunu sorabilirdim.

''Öyle mi dersin?'' dedi silaha daha sıkı sarılarak. ''Peki öyle olsun.'' 

Birkaç saniye durdu ve oo-piti-piti yapmaya başladı. Birimizden birini seçecekti. 

Biraz sonra namlunun ucu beni işaret etti. 

Tanımadığım bir ses buraya kadarmış dedi sanki. Ama o ses aslında zihnimin bana bir oyunuydu. 

''Eğer ona bir şey yaparsan seni öldürürüm!'' 

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapadım. 

''Belki öldürürsün ama sen beni öldürene kadar emin ol ki o ölmüş olacak.'' 

Haklıydı. 

Artık gözlerimi açmak istemiyordum. Nasıl olacağını bilmiyordum. Belki kısa süreli bir acı çekecektim belki de uzun süreli bir acı. Aslında uzun zamandır çektiğim acıya bakacak olursam sadece bedenen kısa süreli bir acı çekecektim. Ruhani eziyetim sonunda bitecekti. 

Biraz sonra bir el ateş edildi. Büyük bir acı hissediyordum belki de kusma isteği. Ama hala ayaktaydım. O zaman neden acı çekiyordum? 

Gözlerimi açtığımda gördüğüm manzara ağzımdaki kötü tadın dışarı boşalmasına neden olmuştu. Karşımdaki yerde yatan o ölü az önce beni öldürmek isteyen o ölüydü ve artık o cesaretinden eser yoktu. 

Kafamı biraz kaldırdığımda ise bana bakan o tanıdık gözleri gördüm. Sesiz bir şekilde bize doğru yaklaştı. Bastığı her yer cam kırıkları ve talaş seslerini beraberinde getiriyordu. 

''Tekrar merhaba.'' dedi sırıtarak. 

Ata tekrar kendisini gösterirken uzaktan çalan siren seslerinin kimler için çaldığını tahmin etmek hiçte zor değildi.







KARANTİNAWhere stories live. Discover now