15.BÖLÜM

453 84 12
                                    

  Beni neyin  mutlu eden şeyi çözememiştim. Ama beni en çok üzecek şeyi artık biliyordum. Babamın bana bakışları ve annemin sessizliği beni üzerdi. Birilerinin ölmesi ve defterden adının çizilmesi de aynı şekilde beni üzer ve sessizleştirirdi. Bugün ise unutmak istemediğim anlardan bir tanesiydi. Sessizlik hakimdi ve karşımda ölmesini en çok istediğim o kişi kriz geçirmişti.

   Güçlüydü, pişmandı ve benden sürekli af dilemişti. Belki de onu affetmeliydim ve şu an yaşadığım vicdan azabını biraz da olsa hafifletmeliydim. Ama artık yapmam gereken şeylerin üstünün yavaş yavaş çizildiğini hissediyor ve sanki ölüme doğru geriliyordum.

  Ölüm ben hariç çevremdeki herkesi buluyor ve beni gittikçe aciz kılıyordu. Sanki bir kabus evine tıkılmıştık ve bir odaya tıkılmış ölüm saatimizin çalmasını bekliyorduk. Henüz zamanım gelmemişti ama sanki ölüm yavaş yavaş yaklaşıyor ve çevremdeki kişilere yaptığı gibi beni bu korkunç odanın içine doğru tıkıyordu.

  Kararsızdım ve düşüncelerimi , ölümü çözemiyordum. Artık net değildim ve buğuluydum. Etrafa net olmayan o gözlerle bakıyor ve şu an da bile Ata'yı düşünüyordum.

En düşünmemem gereken kişiyi düşünüyordum.

  Şimdi ise pişmanlık sancısını içimde taşıyor ve onunla geçirdiğim her vaktin gözümün önüne gelmesine engel olamıyordum. Bana yaptıklarını asla unutmayacaktım ama bu kadar şey, ona karşı istemsiz bir şekilde yumuşamama neden oluyordu.

Evet onu asla affetmeyecektim.

  Bazı geceler ölmesi için dua eden ben, şimdi ona neden acıyordum? Bu soru cevabını bilmediğim belki de cevaplamak istemediğim bir soruydu. İstediğim olmuştu. Aslında bu odadaki herkesin istediği olmuştu. Ata belki de ölecek ve bu odadan tamamen silinecekti.

  Ama ben ölmesini istemiyor aksine şimdi bu odaya girip yatağına yatmasını istiyordum. Gerginlikten kaskatı kesilmiştim. Aramızda rahat takılan tek kişi Anıl'dı. Bu yüzden ona çok kızıyordum. Ata'ya karşı çözemediğim bir nefreti vardı ve bu durum artık onda itici duruyordu.

  Eğer Ata şu an karşımda olsaydı belki de ona defalarca ''senden nefret ediyorum.'' Derdim. Ama belki de benim açımdan zavallı olacak bir durum vardı ki, o da artık ondan nefret etmediğimdi. Geçirdiği krizden sonra bol bol düşünme fırsatım olmuştu. Artık ondan nefret etmiyordum. Belki de onu yavaş yavaş affediyordum.

  Şimdi odaya girmesini istiyor ve ona ''seni affettim'' diye haykırmak istiyordum. Ona aylardır ihtiyacı olan o cümleyi kurmak istiyor ve tutunduğum son dalında kırılmasını istemiyordum.

  Bana beni anlamak istediğini söylediğinde ona inanmadığım için ve benden defalarca af dilediğinde onu affetmediğim için pişmandım. Şu an durumunu bilmemek ve bu düşüncelerim altında ezilmek artık yük olmaktan çıkmıştı.

Belki de onu çoktan affetmiştim. Ne kadar ''Onu asla affetmeyeceğim'' desem de...

-

  Ertesi gün yeni ve boğucu bir güne uyanmıştım. Her geçen gün beni daha çok yoruyor ve bunaltıyordu. Uyandığımda gözlerim ilk olarak Ata'nın yatağına kaymıştı. Şaşırtıcı bir şekilde yataktaydı ve uyuyordu. Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Heyecanla yataktan kalktım ve ona doğru yaklaştım. Başta onu uyandırmak istesem de kendime hakim oldum.

  İlk olarak nefes alıp almadığını kontrol ettim. Nefes alıyordu. Rahatlıkla derin bir nefes aldım ve yavaş adımlarla yatağıma döndüm. Perdeyi açtığımda neredeyse sabah olacaktı. Hava karanlıktı ama aydınlanmak üzereydi.

  Yağmur çiseliyor ve gök hafiften gürlüyordu. Uzun zamandır dışarı çıkamadığım için, artık camdan dışarıya bakmak dışarı çıkıyor gibi hissettiriyordu. Camdan bakmadığım zamanlar boğuluyor ve nefes alamadığımı hissediyordum.

  Yağan yağmur ve camdan aşağı damlayan yağmur istemsiz bir şekilde hoşuma gidiyordu. Yağmuru her zaman sevmiştim ve hala seviyordum. Ama artık eskisi kadar bana saf ve güzel gelmiyordu.

Az sonra tanıdık bir ses kulaklarımı doldurdu. ''Günaydın.''

  Arkamı döndüğümde bana gülümseyerek bakan bir çift göz gördüm. ''Günaydın.'' Diyerek karşılık verdim. ''Nasılsın?''

  ''Daha iyiyim.'' Diyerek yanıtladı. Yatağımdan kalktım ve Ata'nın yatağının kenarına oturdum. ''Beni çok korkuttun.''

  Gülümsedi. ''Bu iyi bir şey sanırım.'' Gülümsedim ve utangaçlığımdan dolayı başımı çevirdim. ''Utanma'' dedi yorgun sesiyle. ''Yorgunsun.'' Diyerek geçiştirdim. ''Uyumalısın.''

Yatağından doğruldu ve yastığını arkasına alarak oturdu. ''Seninle konuşmayı tercih ederim.''

  Omuz silktim ''sen bilirsin. Peki şu an nasıl hissediyorsun?'' Bilmiyorum anlamında başını salladı, ''nasıl hissettiğimi bilmiyorum ama yorgun hissediyorum. Sanki kolumu kaldıracak halim yok. Boğazım hafif yanıyor.''

''Odaya ne zaman geldin?'' ''Üç saat öncesi kadar oldu.''

  Anladım manasında başımı salladım ve odayı kolaçan ettim. Anıl ve Sude uyuyordu. Ben ise mümkün olduğunca Ata'nın bakışlarından kaçıyordum. Dağınık saçları ve irisleri -hastalıktan mı bilmiyorum- hafif koyulaşmış gözleriyle adeta beni süzüyordu. Biraz sonra dayanamadım ve atarlandım. ''Ne var?''

  Sırıttı. Gülünce sağ yanağında tek ve büyük bir gamze olduğunu fark ettim. Hala gülümsemeye ve beni utandırmaya devam ediyordu. ''Neden gülüyorsun?'' diyerek üsteledim. Omuz silkti, ''bilmem seni böyle kıvranırken görmek hoşuma gidiyor.''

  ''Hiçte bile.'' Diyerek onu tersledim. ''Kıvrandığım falan yok.'' Şimdi yine gülmeye başlamıştı. 'Öyle mi? O zaman neden kızardın?''

  Bilmem manasında başımı salladım. Aslında kızarma sebebim açıktı ama umursamıyormuş gibi davrandım. Az sonra bana doğru yaklaştı ve elimi tuttu. ''Benden hala nefret ediyor musun?'' İlk başta elimi çekmek istedim ama parmaklarımda dahil beni sıkı bir şekilde kavramıştı. Heyecanla yutkundum ve ne diyeceğimi bilemedim.

  ''Evet?'' dedi sorusuna cevap almak istermişçesine. ''Senden bir yanıt bekliyorum. Benden nefret ediyor musun?'' Bu soru ucu açık bir soruydu ve cevabını ben de bilmiyordum. Saatler önce, Ata buraya gelmeden önce bunun cevabını vermişken şimdi neden susuyordum?

  Derin bir nefes aldım ve belki de uzun zaman sonra ilk kez gözlerine baktım. ''Bilmiyorum.'' Diyerek yanıtladım. Yapılı ve büyük ellerim nazik bir şekilde yanağıma yerleşti.

  Şimdi gözlerimin içine daha dikkatli bakıyordu. Sanki put gibi olmuştum ve heyecandan mı bilmiyordum ama hareket edemiyordum. Ona diyebildiğim tek şey ''Ata lütfen,'' olmuştu. Sanki dünyayı unutmuş gibiydi ve hiçbir şey duymuyordu. ''Özür dilerim.'' Dedi tekrar. ''Her şey için.''

  Bir şey demedim ve geri çekilmek istedim. Ama beni bırakmadı. ''Seni ne bırakmak istiyorum ne de kendime çekip almak. Seni bırakırsam gidersin, seni alırsam benimle mutsuz olursun.'' Derin bir nefes verdim. Biraz sonra perçemim gözüme düştü. Tekrar nazik bir hareketle perçemimi arkaya attı.

  ''Gitmeni istemiyorum Duru.'' Ona baktığımda, aklıma birden bana yaptıkları geldi. Beni o konferans salonunda yere yatırması ve zehirlemesi, beni tehdit etmesi ve hırpalaması. Yine de bu kadar şeye rağmen onu hastalıklı bir şekilde affetmek istiyordum. O ise gittikçe bana yaklaşıyor ve vücudumda fitillenen kıvılcımı adeta şiddetli bir ateş bulutuna çeviriyordu.

  Biraz sonra tüm vücuduma yayılan bir ateş hissettim. İlk kez bu kadar yakındık ve temas halindeydik. Sanki etraf olduğundan daha sessizdi ve şimşek artık çakmıyor yağmur artık yağmıyor, dudaklarımız yankılanan müziğin ritmine eşlik ediyordu. 

KARANTİNAWhere stories live. Discover now