13.BÖLÜM

500 120 18
                                    

  Oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var. 

Bazen hayatımda yer etmiş her şeyin izini silmek zor geliyordu. Onlarla savaşmak daha kolaydı çünkü onlar artık benim düşmanım olmuştu ve benim ördüğüm duvarda tıkılıp kalmışlardı. Bu yüzden aklımdan silmek ve yok etmek en zor ve en yorucusuydu.

  Gökyüzüne doğru serpilen tutulma bugün tüm zamanların belki de en güzeliydi. Derin bir nefes aldım ve yastığıma doğru baktım. Uzaktan ne kadar sıradan bir yastık gibi görünse de aslında ufacık gibi görünen ama büyük bir kağıt parçasını barındırıyordu.

  O kağıdın üstünden ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum. Sadece daha fazla düşünüyor ve o kağıdın sahibinin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Belki de birileri benimle oynuyordu.

  İç çektim ve odaya kısa bir göz gezdirdim. Bugün şaşırtıcı bir şekilde dışarı çıkmamıza izin verilmişti. Ama ben sınıftaydım ve düşünüyordum. Sınıf şuan boştu ve içimdeki kağıdın sahibini bulma dürtüsünü yatakları ve çekmeceleri karıştırarak yapmayacak, başka türlü yapacaktım.

  Yatakları karıştırmak ya da özel eşyaları kurcalamak ne kadar kısa bir yol gibi gözükse de doğru değildi. Az sonra Ata içeri girdi ve bezgin bir şekilde yatağa uzandı.

  ''Keşke senin kadar ruhum çekilse de ben de saatlerce sınıfta kalabilsem.'' Sinirle gözlerimi devirdim. ''Senden yorum bekleyen olmadı.''

Kısa bir kahkaha patlattı, ''sadece şaka yapıyorum. Alınma hemen.''

  Ona cevap vermedim ve tekrar yastığa baktım. Ona direkt kağıdın sahibinin o olup olmadığını sorabilirdim ama eğer değilse bu kendimi küçük düşürmek olacaktı bu yüzden dışarıya odaklandım.

  Biraz sonra gözlerim Anıl ve Sude'ye kaydı. Konuşuyorlardı. Anıl'ın sırtı bana dönük, Sude'nin ise yüzü bana dönüktü. Biraz sonra, Sude onları izlediğimi fark etti ve elleri nazik bir hareketle Anıl'ın ellerini kavradı. Şaşkınlık ile dudaklarım aralandı ama daha fazla onları izleyemezdim.

   Başımı tekrar Ata'ya çevirdim ve kağıdın sahibinin son gördüğüm manzaradan sonra o olduğuna yoğunlaştım. Ama yine de bilemezdim bu yüzden yatağıma uzandım ve sırtımı dönecek bir pozisyon aldım. Dikkat çekmeden yastığımın altında duran kağıdı kavradım ve aynı satırı defalarca okudum. Biraz sonra Sude ve Anıl içerdi girdi ve kağıdı tekrar yastığın altına koydum.

  Sude neşeliydi, bu aralarındaki sorunu hallettiklerine dair bir işaretti. Anıl ise her zamanki gibi soğuktu ve Ata'ya odaklıydı. Ondan nefret ediyordu. Atadan nefret etme sebebini anlayabiliyordum ama artık olan olmuştu ve kaderimize boyun eğmek zorundaydık. Belki de bu kadar iyimser düşünen çok az insan vardı.

  Az sonra Sude yatağını toplamak için doğruldu ve yastığını ve yorganını ikişer kez çırptı. Bunu ara sıra, rahatsız olduğumuzu bildiği halde yapardı ama alışmıştık. Tıpkı bu hastalığa, ve kutu gibi bir sınıfa alıştığımız gibi... 

  Biraz sonra bu sınıftaki tüm kişileri gerecek bir olay meydana geldi. Bu olayın baş kahramanı bendim ve her nedense bu olayın sonu bu not kağıdına bağlanıyordu. 

  Sude'nin yatağının altında bir parlaklık fark ettim ve dikkatli bir şekilde baktığımda bunun bir parlaktık olmadığını aslında hemen baş ucuma koyulan sarı kağıtlardan birisi olduğunu fark ettim.

  Sanki kan beynime sıçramıştı. Ellerim uyuşuyor ve ayaklarım nedenini bilmediğim bir şekilde karıncalanıyordu. Hayır birileri beni kazanmak istememiş sadece benimle oynamak istemişti. Ve bu kişi şuan tam karşımda duruyor ve benim ile  hala alay ediyordu. Biraz sonra oturduğum yerden kalktım ve ona doğru birkaç adım  attım. Muhtemelen ilk başta delirdiğimi düşünmüşlerdi ve sanırım haklılardı.  

Evet delirmiştim. Hem de feci bir şekilde. 

  Sude anlaşılmayan gözlerle bana bakıyordu. Olayı çok fazla uzatmak istemiyordum sadece nedenini merak ediyordum. ''Sendin.'' dedim sinirle. ''O sendin.'' Neyden bahsettiğimi anlamış gibi duruyordu ama renk vermedi. ''Neyden bahsettiğini hiç anlamıyorum canım. Kimmişim ben?''

  Şimdi bana meydan okuyordu. Ben ise birazdan gireceğim kavgayla meydan okumasını kabul etmiştim. Nasıl olmuştu inanın bilmiyorum. Sadece vücuduma bir ısı dalgası yayılmıştı ve benim o ısı dalgasını Sude'ye saldırarak dağıtmıştım. 

  Dakikalar süren bir kavga. Küfürler ve hakaretler havada uçuşuyordu. Birbirimizin saçlarını tutmaya, birbirimizi tokatlamaya çalışsak da  Anıl beni, Ata ise Sude'yi tutarak bu kepazeliğe engel olmuştu. 

Biraz sonra sinirle göz yaşlarım yanaklarımdan akmaya başlamıştı. ''Allah belanı versin.'' 

''Asıl senin versin !'' 

  Şimdi hesaplaşma vaktiydi. ''O notu nasıl yazarsın? Beni nasıl kandırırsın? Amacın ne? Seni mahvedeceğim. Duydun mu? Artık bu odada barınamazsın!'' 

''Buna sen mi karar veriyorsun? Eğer gücün yetiyorsa beni bu odadan göndersene, hadi!'' 

''Yeter!'' Ata üst üste bağırarak bizi susturdu. ''Susun.'' 

  Yüzünü bana doğru döndü ve konuşmaya başladı, ''o notu yazan Sude değil bendim.'' Sinirle derin derin nefesler alıp veriyordum. ''Ne- Nasıl yani? Ama nasıl?'' 

  ''Dışarıda konuşabilir miyiz?'' Evet manasında başımı salladım ve Sude omuz atarak dışarıya çıktım. 

Koridor boştu ama Ata biraz ilerlemek istediğinden bir üst kata çıktık. Şimdi tüm katlar bizimdi. 

  ''Gerçekten çok özür dilerim. Olayların bu kadar büyüyeceğini inan tahmin etmedim. Ama sana ulaşamıyordum çünkü ulaşmama izin vermiyordun. Ben de böyle bir şey düşündüm. Belki sana çocukça gelecek hatta seni ölüme sürükleyen bir adamın böyle hissetmesini doğru bulmayacaksın ama bazen hislerimize söz geçmiyor. İnan uzak durmak ve yaptığım her şey ile yüzleşmek için çok çabaladım. İnan bana, başımı her yastığa koyduğumda yaptıklarım ile defalarca yüzleştim ve çıkar bir yol aramak için uğraştım. Ama bütün yollarım sana çıkıyordu sanki. Şimdi bana istediğini söyle, istersen beni burada döv, tokatla çünkü hakkın. Ben para için yaşayan bir adamdım ve yine tek zaafım olan paraya yenildim. Bir okulu kapattım ve gözüme kestirdiğim ilk kurbanı, yani seni seçtim. Özel bir nedeni yoktu. Duvarların vardı ve beni kendinden olabildiğince itmiştin. Cebimde taşıdığım o iğrenç virüsü damarlarına akıtmasaydım ve paranın köpeği olmasaydım ne olurdu, hangi şartlarda tanışırdık bilmiyorum. Tek bildiğim şey benden nefret ettiğin, beni görmek istemediğin hatta sesime, kokuma bile tahammül edemediğin. Öyle bir not neden yazdım bilmiyorum ama sana ulaşmak istemiştim ama her şeyi şuan berbat etmiş gibi hissediyorum. Çok özür dilerim Duru.'' 

  Acınası bir şekilde sırıttım, ''neyi berbat ettin pardon? Zaten her şey olabildiğince berbat. Ne umdun ne bekledin bilmiyorum. Sebebini bilmiyorum ama asla olmayacağız. O not kağıtlarına defalarca kez yazsan da, karşıma geçip ne kadar pişman olduğunu son  ana kadar haykırsan da bizden asla iki kişi olmaz.'' 

  Bir süre hiç konuşmadık. Ama bir yerden sonra artık her şeyi sonuca bağlamak gerekiyordu bu yüzden tekrar konuşmayı tercih ettim. 

 ''Bu hastalıklı kız sana hiçbir şey veremez. Ben artık kendim için bile bir şey yapamıyorken sana nasıl söz vereyim?'' 

 ''Her şey zamanla yoluna girer.'' Şimdi daha da zavallı durumda olduğumuz gözler önündeydi sanki. Hayır anlamında başımı salladım, ''hiç bir şey yoluna girmeyecek. Burada çürüyeceğiz.'' 

  ''Peki biz?'' diyerek bir soru yöneltti. ''Biz ? Biz diye bir şey yok. Dediğim gibi ikimiz bir bütün asla olmayacağız. Kurbanın olan ben, katilim olan sana asla boyun eğmeyeceğim. 

''Asla.'

KARANTİNAWhere stories live. Discover now