14.BÖLÜM

438 90 9
                                    

  İçimde şiddetle büyüyen bir tutku sanki gün gittikçe filizleniyordu. Bu tutkunun kime karşı işlediğini biliyor, bu filizlenmenin sonuçlarını tahmin edebiliyordum. Ne zaman bu büyümeye karşı dur demek istesem de bazen bir bakış ya da bir söz beni yapmamam gereken asıl şey olan bağlılıktan alıkoyabiliyordu.

  O garip ama aslında anlamlı sayılabilecek konuşmanın üstünden günler geçmişti. O günden sonra herhangi bir konuşma olmamış, sadece bakışlarımız konuşmuştu. Ata gibi birinden uzak durmak, Anıl'ın bakışlarının altında ezilmek, Sude'nin iğneleyici konuşmalarını umursamamaya çalışmak en zoruydu.

  Ben ise gittikçe dibe çöküyor ve sanki çocukluğuma doğru geriliyordum. Aylardır bir okulda, bir sınıfın içerisine tıkılmış ne zaman öleceğimi bekliyor ve her uyandığımda korkuyla karışık, derin bir nefes alıyordum.

  Yaşadığıma bile sevinemiyor aksine hala neden ölmediğimi sorgulayıp duruyordum. Belki de yukarıdaki katlarda her gün bir insan ölüyor ama biz bunu bilmiyorduk. Sanki bir ölüm defterine hepimizin ismi yazılmıştı ve sırayla adlarımız teker teker siliniyordu.

  Bir an bu defterden adımın ne zaman silineceğini düşündüm ve istemsiz bir şekilde daraldım, nefes almakta zorlandım. Yattığım yerden doğruldum ve perdeyi araladım. Neredeyse sabah olmak üzereydi ve gazeteciler okulun önünde yerlerini çoktan almıştı.

  Perdeyi kapattım ve odaya kısa bir göz attım. Herkes uyuyordu. Ata'ya daha dikkatli baktığımda derin bir uykuda olduğunu anlamam zor olmamıştı. Yine de onunla aramızda geçenler ona daha fazla bakmaktan beni alıkoydu. 

  Tekrar yatağıma uzandım ve tavanı izlemeye koyuldum. Tavanı izlemek, ilk kez yaptığım bir şey değildi. Bu okula hapis olduğumdan beri bu sıkıcı aktiviteyi sürekli yapıyordum. Tavanı izlemek ve düşünceler arasında boğulmak artık bende büyük bir fobi etkisi yaratıyordu. 

  Bu fobiden kurtulmanın yolu özgür kalmaktı. Ama o özgürlük hakkımı çoktan kaybetmiş gibiydim. Yattığım yerden tekrar doğruldum ve perdeyi hafifçe araladım. Perdeyi her araladığımda geceleri ve kararmış gökyüzünü daha çok sevdiğimi anlıyordum. 

  Geceleri dışarıyı izlemek, yıldızların ve ayın dansına eşlik etmek şuan yapılabilecek en iyi şey gibi duruyordu. Tekrar perdeyi kapattım ve saate baktım. Saat yedi sularını gösteriyordu. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı. Sanırım biraz daha uyumak iyi gelecekti. 

  Uyandığımda saat on civarıydı ve sınıfın ortasında bir kahvaltı vardı. Her zaman ki gibi iştahım yine kapalıydı. Ama sadece yemiş gibi görünmek için hepimiz bir şeyler atıştırıyorduk. Herkes kalkmıştı ve kahvaltı masasının etrafında toplanmıştı. Ufak çaplı birkaç şey atıştırdıktan ve Ata'nın bakışlarını yok saymaya çalıştıktan sonra, sonunda kahvaltı masasından kalkabilmiştim. 

  Biraz sonra görevli geldi ve kahvaltı masasını topladı. Şimdi hepimiz yataklarımıza dağılmış ve yağan yağmuru izlemeye koyulmuştuk. Yağmur gök gürültüsü ile adeta bir serenat yapıyor ve boğucu sessizliğimize ufak bir şimşek çakıyordu. 

  Biraz sonra Anıl konuştu, ''yağmur çok güzel. Yağmurda ıslanmayı bile özledim.'' İstemsiz bir şekilde gözlerim dolmuştu. ''Ben de. Saçlarım yağmurda ıslanacak diye yağmurdan kaçmayı, gök gürültüsünden ürkmeyi bile özledim.'' 

Az sonra Sude konuştu. ''Meğer yağmurda bile ıslanabilmek ne büyük özgürlükmüş.'' 

  ''Her şey benim yüzümden.'' Anıl derin bir iç çekti. ''Yine başladı.'' İstemsiz bir şekilde dudaklarım kıvrıldı ve Ata'nın üst üste aynı şeyleri söylemesine ufak bir kahkaha patlattım. Şimdi ise ağlıyordum. Yatağımda bulunan yastığı ona doğru fırlattım. ''Evet her şey senin yüzünden sus artık.'' 

  Fırlattığım yastığı kollarının arasına ve göğüs bölgesine aldı. Biraz sonra bana döndü. ''Benden nefret ediyor musun?'' 

''Senden hepimiz nefret ediyoruz.'' diyerek Anıl atladı. 

  ''Bilmiyorum.'' diyerek yanıtladım ve dışarıyı izlemeye devam etmeye başladım. Yağmur şiddetini daha da arttırmıştı. Az sonra Ata ortalığı alevlendirdi. 

  ''Senin benden nefret etmenin bir önemi yok aslında.'' Anıl sinirle karışık sırıttı. ''Pislik ucube.'' 

   Bu sefer Ata gülüyordu. ''Kendini ne sanıyorsun da benimle böyle konuşuyorsun? Sen kimsin asıl pislik ergen?'' Bu konuşmanın devamı iyi yerlere gitmiyordu. Eğer biraz daha devam ederlerse tam şu ortada birbirlerini öldüresiye döveceklerdi. 

  Anıl da anlayamadığım bir şekilde deli cesareti vardı. Ata ondan daha yapılı, daha güçlü ve daha gözü karaydı. Ama Anıl her defasında bu ihtimalleri yok sayıyor ve sanırım Ata'nın yaşadığı pişmanlık sancısıyla alttan almasını başka şeylere yoruyordu. 

  ''Sen bize üç hayat borçlusun. Hatta yukarıdakileri de sayarsak sadece üç değil belki üç yüz belki de beş yüz. Duydun mu beni hıyar?'' 

 Ata şimdi dişlerini sıkıyordu. ''Bak,'' dedi uyarıcı bir ses tonuyla ''sus artık.'' 

  Anıl yattığı yerden doğruldu, ''susmuyorum lan ne olacak? Senden mi korkacağım?'' Ata dişlerini sıkarak konuşmaya devam etti, ''korksan iyi edersin.'' 

 ''Ne yaparsın lan? Yoksa başka bir virüsü mü bize bulaştırırsın? Daha ne yapabilirsin?'' 

''Sesini keserim senin ruhun bile duymaz.'' 

  ''Yeter,'' diyerek bağırdım. ''Susun artık!'' Birkaç dakika hiç konuşmadılar ama birbirlerine öldürücü bakışlar atmaya devam ediyorlardı. Bu tartışmanın henüz bitmediğinin büyük bir işaretiydi. Öfkeleri her an bir kıvılcım başlatabilirdi. 

  Yine de onları delirtmemek için tekrar dışarıya odaklandım. Şuan birbirlerine bakıp bakmadıkları hakkında bir fikrim yoktu ama saniyeler içinde her şey değişti. 

  Ata, yattığı yataktan doğruldu ve can havliyle Anıl'a doğru koşarak yumruk attı. Anıl yataktan düştü ve sinirle ayağa kalktı ve bir yumrukta Ata'ya attı. Sude korkarak yataktan kalktı ve dışarı çıktı. Sanırım dışarıya haber vermeye gitmişti. 

  Şimdi ikisi de, Ata üstte, Anıl altta olacak şekilde boğuşuyordu. Hızlı adımlarla ile yanlarına gittim ve en son gördüğüm Ata'nın Anıl'ın yüzüne yumruk atmasıydı. Ondan sonra hiç tahmin edemeyeceğim şeyler oldu. 

  Ata bir yumruk daha atmak için elini kaldırdı ve o ara nefesinin bir anda kesildiğini hissettim. Yukarıya kaldırdığı eli aşağı indi ve ilk önce titremeye başladı. Zorla ayağa kalktı ve geri geri adımlar atarak yere çakıldı. Bu duruma yüzü kan gölüne dönmüş Anıl bile şaşırmıştı. 

''Ata?'' dedim korkuyla. Cevap vermedi. ''Ata, iyi misin?'' 

  Şimdi kesik kesik nefesler alıyordu. Biraz sonra odaya sağlık görevlileri girdi. Koruyucu tulumlarının içerisinde Ata'yı tuttular ve iğneler ile kısa bir müdahale etmeye çalıştılar. Az sonra içlerinden birisi konuştu. 

''Çocuk virüs atağı geçiriyor. Sanırım ölüyor.'' 


KARANTİNAOnde as histórias ganham vida. Descobre agora