5

27.1K 1.4K 324
                                    

Gerilmekten kaskatı olmuş bedenimle koltukta öylece otururken gözlerimi üzerime dikmelerine rağmen seslerini çıkartmayan insanlara bakıyordum. Yaklaşık on beş dakikadır bu durumdaydık ve hâliyle sıkılmıştım. Neden bu değişik ortamda bulunduğumu bilmeyişim, her saniye beni daha çok geriyordu. Üstelik Deniz abiciğim! Beni yalnız bırakıp gitmişti. Evet, evet şaka gibiydi. Tanımadığım insanlar arasında beni bir başıma bırakıp gitmişti. Ona da yazıklar olsundu.

"Biri artık konuşmayı düşünüyor mu?" Ortamın sessizliğine inat gür çıkan sesimle herkesin bakışı bana döndü demek isterdim fakat zaten bendeydi!

Bir süre daha kimseden ses çıkmazken Sıraç denen adamın boğaz temizleme sesini işittik. Nihayet birinin konuşacak olmasına sevindim fakat ses ondan değil yanındaki sanki buraya ait değilmiş de cennetten inmiş gibi duran mavi gözlü adam konuştu.

"Biliyorum aklında binlerce soru var. Cevapları bizde ama inan ki seni daha fazla üzmeden nasıl anlatacağımızı, başlayacağımızı bilmiyoruz." Adamın oldukça nahif gelen sesiyle zihnimde yapbozları birleştirirken gözlerimi yumdum.

Elfida Akyazılar, 27 Eylül 2003 tarihinde vefat etmişti!

"Hadi ya, abi sen şimdiden mızıkçılık yapmaya başladın. Ben de onun abisiyim, taşırım da."

Yıllardır yürekleri yaralı aile, Akyazılar!

Gözlerimi açmamak için direnirken derin nefesler almaya başladım. Bu bir çeşit rüya mıydı? Neredeydim ben? Evet, bu bir rüyaydı. Son yıllarda sürekli gördüğüm o rüya olmalıydı lâkin hiçbir rüya bu kadar gerçekçi değildi.

Tanrım! Sen bana dayanma gücü ver.

"Elfida-" Bu sefer konuşan gazetecilerin soru sorduğu adam olurken bakışlarımı hızla ona çevirdim.

"Mila. Adım Mila, lütfen bana Mila diye seslenin." Her ne kadar sert çıksa da saygı çerçevesinde olmasına özen gösterdiğim sesimle bakışlarından bir hüzün dalgası geçti.

"Pekâlâ, Mila. Biz on sekiz yıldır senin acınla yaşadık kızım, tabii buna yaşamak denirse. Hemen öldüğüme nasıl inandınız dersen de inanmadık. İnan ki inanmadık. Tek tek doğan tüm çocuklara baktırdım ama o kadar kusursuz bir işlem yapmışlar ki göründüğü gibi yavrumuzu on sekiz yıl sonra buluyoruz. Bu da tesadüf eseri." Sözünü kesmeden onu dinlerken arada tepkilerimi ölçmek adına yüz ifademe bakıyor, sonra eli boş dönüyordu.

Bu sefer sözü abisi Aslan bey devralırken aynı şekilde onu dinledim. " Sen bizim ilk göz ağrımızdın. Gelmeden bile ailemize baharı getirdiğini hissetmiştik. Ama o gün bize baharı getirenin ilkbaharı getireceğini sandığımız gün, bize güzü getirmiştin. Hayatımda o kadar yıkıldığım başka bir gün olmadı." Dağ gibi adamın sesinin titremesi içime dokunurken o da, daha fazla konuşmayacağını anlayıp sessizliğe bürünmüştü.

Lafa mavi gözlü adam girdi. " Ablam bana dünyanın en güzel günlerini yasatmıştı. Çok şanslı bir kardeş olduğumu düşünürdüm hep. Sonra, sonra senin haberini aldım. Her zaman bir kız kardeşim olmasını istemiştim. Onu sadece kardeşim olarak değil; kızım olarak seveyim, tüm dünyayı ayaklarının altına sereyim istemiştim. Ablam bana dünyanın en güzel günlerini yasatmıştı ama ben dayın olarak sana dünyayı vermeyi çok istemiştim." Nitekim içimde en çok yer edinen onun konuşması olurken bakışlarımı güzel yüzünden çekip derin bir nefes aldım.

Sanırım daha fazla kimsenin konuşmaya cesareti yokken kuruyan dudaklarımı nemlendirip ben konuştum. " Sanırım sizi anlıyorum desem yalan olur. Şu durumda sizi yalnızca siz anlayabilirsiniz. Zor bir durum, farkındayım. Sizin de bana hak vereceğinizi umut ediyorum. Şu yaşıma kadar ailemin yok olduğunu bilerek büyüdüm. Aklımdan binlerce düşünce geçti. Bilerek mi bıraktılar, vefat mı ettiler? Neyse, diyeceğim o ki; iki tarafın da biraz zamana ihtiyacı var."

Ben Kimimजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें