19

16.6K 1.2K 288
                                    

Aile.

Tek kelime, dört harf. Birkaç harfin kusursuz bir şekilde yan yana dizilmesine bu kadar çok anlam yüklenebilir miydi?

On sekiz yıl boyunca bana ailenin ne olduğunu her sorduklarında cevapsız bırakırdım. Hiç ailem olmamışken bunu cevaplama hakkı görmezdim kendimde. Bir gün, ilkokul öğretmenimin boş bir kağıt çıkarıp ailemiz hakkında düşündüklerimizi yazmamız istediğini hatırlıyordum. Düşüncesiz bir şekilde herkese bunu okuttuğunda sıra bana gelmişti.

Ve benden önümdeki yüreğim kadar boş olan kağıdı okumamı istemişti.

Sessiz kaldım. Sessiz kaldım çünkü bu benim ilk sessiz kalışım değildi. Bana mahcupça bakıp uygulamasına devam edişini izlemiştim. Daha sonra kulağımdan teker teker sınıf arkadaşlarımın ailesi hakkında iyi, kötü neler düşündükleri geçmişti. O ân ağlamamıştım ya da üzülmemiştim. Daha da kötüsü hiçbir şey hissetmemiştim.

Hiçbir şey hissetmemenin ne kadar kötü olduğunu bilir misiniz?

Ama artık bir ailem olmasına rağmen mutlu bir şekilde onları birine anlatamazdım çünkü bilirdim ki benim için önemsiz olan ve dilimden dökülen herhangi bir söz, karşımdaki insanın ruhunu sızlatabilirdi. Belki heyecanlı bir şekilde babamı anlatmam onu üzebilir; belki de mutlulukla annemi anlatmam onun içindeki bir yaraya dokunabilirdi.

Biz insanoğlu düşüncesizdik. İş kendimize gelince kimsenin bizi kırmamasını veyahut üzmemesini isterdik ama karşımızdaki de bir insan değil miydi? Peki ya aynı özeni neden ona göstermiyorduk. Kendimiz hakkında düşündüğümüz çoğu şeyi başkası için de düşünebilseydik şayet o zaman daha iyi bir dünyaya kucak açabilirdik.

Kısacası bir konuda hassassanız karşınızdakine de hassas olurdunuz ama artık hassas olmadığımız bir konuda da hassas olmayı öğrenmeliydik. Zihnimizden geçen her şeyi dilimize döküp karşımızdakinin kapanmayan yarasını kanatmamalıydık.

"Aç bakalım ağzını, kuş kadar bir şeysin zaten annem. Ben seni birkaç aya kendine getirtirim." Annemi kırmamak için verdiği eti yerken ona gülümsedim. Ben artık bir anneye sahiptim ve bunun için şükür duyuyordum.

Birileri bir yerlerde bir anneye sahip olmak için her şeyini verirdi; bunu da biliyordum.

Bu sefer tabaktan bir et parçası alarak ben ona uzattım. Kısaca babama bakıp yeniden ona dönerken yüzüme muzip bir ifade yerleşmişti. "Babam sana güzel bakamıyor, değil mi anne? Ben de seni birkaç aya kendine getirtirim. Merak etme sen." Uzattığım eti keyifle yerken sanki çok çekmiş gibi babama bakıp elini salladı.

"Ah güzel kızım benim, sen de olmasan kim düşünür beni." Diğerleri şok olmuş gözlerle onun duygu sömürüsünü izlerken onlara döndüm.

Gözlerimi kısarak onlara bakarken şimdi ki hedefim Aslan amcamdı. "Amcam bana onun kızı olmamı teklif etmişti. Sanırım bunu düşüneceğim." Masadan iki farklı ses gelirken önce çatalını düşüren Aslan amcama, daha sonra da elindeki içeceği üzerine dökse de umursamadan sinirle Aslan amcama bakan babama baktım.

"Aslan! Benim kızımın aklına böyle şeyler sokmasana. Onun babası benim, sen de amcasısın amcası." Bakışlarını kaçırdıktan sonra devam etti. "Yani ikinci babasının sen de ama işte alamazsın kızımı." Muhtemelen Aslan amcam üzülmesin diye çevirmesi içime işlerken sevgiyle onları izlemeye başladım.

İkisi arasında belli etmeseler de çok farklı bir bağ vardı.

Aslan amcamın gözlerinin dolduğunu hissederken babamda olan bakışlarını bana çevirdi. Size yemin ederim o ân oracıkta sevgi yoğunluğundan ağlayabilirdim.

Ben KimimWhere stories live. Discover now