yüzüme bile bakmadan

26 5 1
                                    

hayatımın en güzel gününü az önce yaşamış olabilirdim. yani at binmek, hayvanlarla ilgilenmek pek benlik olmasada yanımda chan vardı bu beni mutlu ediyordu. en nefret ettiğim işi yapsam bile chan'in olması o işi güzel bir hale getiriyordu. lily bize ufak bir bilgilendirme yapıp ata binmemizi sağladı ve size söyleyeceğim tek şey beyaz bir atın üzerinde duran chan'di.

kelimenin tam anlamıyla beyaz atlı prensim değil miydi? of tamam biraz abartıyordum belki yada kafayı sıyırmış bile olabilirdim ama sadece hayal edin ve bana hak verin. beyaz bir atın üstünde simsiyah giyinmiş bir chan. ne zaman düşünsem tekrar tekrar kalbime ağrılar giriyordu.

at binme faslı bittikten sonra oranın lokantasında yemek yemeye karar verdik. aslında oradaki lokanta'da sipariş verebiliyorduk fakat kendi yemeğimizi yapmak için ayrı bir kısım daha vardı. lily'nin tavsiyesi ile oraya gittik. her ne kadar chan'a yardım etmek istesemde her şeyi onun yapacağını söyledi. bende fotoğrafını çektim.

oturup yemeğe başladığımızda anlamış olmam gerekiyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

oturup yemeğe başladığımızda anlamış olmam gerekiyordu. şu ana kadar hiç bir aksilik olmamıştı, garipti değil mi? kaç gün önce olduğunu hatırlamıyordum ama seungmin'le sahilde olduğumuz geceydi. kapısının önündeki bilekliği ona veririm diye takmıştım ya. chan onu gördü.

aslında çok sıkıntı yoktu ama ben çok panikledim. sanki chan seungmin hakkında ne düşündüğümü biliyormuş gibi korktum. gerçi siz bile bilmiyorsunuz bende bilmek istemiyorum. aklımdan istemsizce geçen düşünceleri gömmek istiyorum. bunu yapamayacağımı bilsemde panikledim ve batırdım. chan panik olduğumu farketti ve sordu. ona bilekliğin bir arkadaşımın olduğunu söyledim ki öyleydi ama neydi benim bu ihanet duygularım?

saçmaladığımı farkettikten sonra konuyu değiştirmeye çalıştım ama ortam biraz bozulmuştu yada ben sadece götümden atıyordum. eve gittiğimizde 2 gün sonra sahneye çıkacağımız tamamen aklımdan çıkmıştı. chan ile çalışmaya başladıktan sonra jisung'u çağırdık ve o gün gerçekten çok çalıştık.

size tüm olanları anlattım peki düşündüklerim. düşüncelerim hiç bir zaman bitmiyor. bir şeyi düşünürken diğer şeyi düşünüyorum, bir konu başka bir konuyu açıyor ve kafamda ufak çaplı bir patlamaya neden oluyor. şuan babannenin yerinde yemek yiyordum.

yarın sahne alacaktık. yeterince çalışmamıza rağmen hala yetersiz hissediyordum ya beynim oyalanacak bir şey aradığı için heycanlı hissetmemi sağlıyordu.

yemeğimi bitiremeden midem bulanmıştı. tabağı kenarıya doğru ittirip ellerimi masaya koydum. gözüm bileğimdeki bilekliğe kaydı. parmağımı boncuklarda gezdirdim. seungmin'i görmüyordum dolayısıyla ona da verememiştim bunu geri.

"düşünceli duruyorsun." dedi babanne. kafamı kaldırıp ona baktım. bana bir anne şefkati ile bakıyordu. gülümsedim ve aklıma seungmin ile babannenin önceden tanıştığı geldi.

"babanne bu bileklik seungmin'in. sana versem ona verebilir misin?" reddetmeyeceğini biliyordum ama gelen cevap beni şaşırtmıştı.

"öyle şeylerle uğraşmam ben! git kendin ver canım sen bulmuşsun." bir işler çevirdiği bariz belliydi ama üstelemedim çünkü onu kızdırdığım zaman ne kadar huysuz olacağını biliyordum.

"seungmin ile nereden tanışıyorsunuz?"

"baktığım tek çocuğun sen olduğunu mu düşündün?" diyip kıkırdamıştı. haklıydı da. babanne bu mahallede uzun zamandır yemekler yapıp satıyordu. hatta yeri geldiğinde zor durumdaysanız bedava bile veriyordu. işte bende onlardan biriydim. annem ve babam yokken halam ise sorumluluğunu bilemezken babanne bakıyordu bana.

o küçük yaşımda da iştahlıydım işte babanne o zaman bana yemekler verirdi. yemekleri gibi gönlü de güzeldi onun.

biraz daha orada sessizce vakit geçirdikten sonra eve gittim. erken uyumuştum çünkü yarın sahne vardı ve ayarlamalar için erken gitmemiz gerekiyordu.

okula tek başıma gittim, ben gittiğimde chan çoktan oradaydı. jisung henüz gelmemişti.

"heyecanlı mısın?" diye sordum selam verdikten sonra. bir şeylerle uğraşmaya devam ederken "evet" dedi.

"gerilme, elimizden geleni yaptık başarıcaz." dedim. asıl gergin olan bendim ama chan'i iyi hissettirmek istiyordum. gerçekten çok çalışmıştık ve biliyordum ki bir sıkıntı çıkmadan atlatacaktık.

insanlar gelmeye başladığında bizimkilerinde geldiğini gördüm. aralarında jisung'da vardı. onlarla gerçekten iyi anlaşmıştı ama ben kalabalık ortamlarda durmayı pek sevmezdim, benim için hayatımda jisung ve chan'in olması yeterdi. ki öyleydi de.

bizimkiler bize yaklaştıkça jisung ve hyunjin'in çok yakın durduğunu farkettim. ortak noktalarını bulup kaynaşmış olmalılardı. onların adına sevindim.

"selam hyung!" dedi jeongin ve bana gülümsedi. üstündekiler çok güzeldi, makyajı onu olduğundan daha vahşi gösterse de çok şirin bir kişiliği vardı.

 üstündekiler çok güzeldi, makyajı onu olduğundan daha vahşi gösterse de çok şirin bir kişiliği vardı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

felix hepimize selam diyerek chan'a sarıldığında içimden bir şeyler koptu. sanki tüm kanım ve organlarım vakumlanıyormuş gibi hissettim. sarılmalarının nedeni neydi ki? tamam chan'de bana o şekilde sarılıyordu. felix'in omzunu patpatlamıştı ama bilmiyordum işte çok kötü hissetmiştim. bok çukuruna batmış gibi.

jisung anlamış olacak ki hemen hyunjin'in omzu altından çıkıp yanıma geldi. "ee ne yapıyoruz?"

"şuraya oturalım, az sonra abim gelecek." dedi felix. midem çok bulanıyordu. tüm organlarım bana ihanet etmiş gibi kötü hissetmem için elinden geleni yapıyorlardı. çocuklar oturacağımız yere giderken ben ve jisung en arkada kaldık.

hyunjin arkasını dönüp bize baktığında jisung ona kaş göz işareti yaptı ve beni lavaboya götürdü.

"hay sikeyim iyi misin?" ben ellerimi musluğa yasladıktan sonra jisung yüzüme baktı ve çeşmeyi açmıştı. aklıma seungmin'in gelmeside tam vaktiydi zaten. çok öfkeliydim. felix'e, kendime, hatta her şeye. kusmak istiyordum ama jisung yanımdaydı ve bunu yapamazdım.

ellerimi suya tutup yüzümü hafifçe ıslattıktan sonra derin bir nefes verdim. suyun soğuk olmasına rağmen yüzüm yanıyordu. burnum sızlıyordu ve gözlerim de yanıyordu. hayır ağlamamam gerekiyordu. en azından şuan ağlamamalıydım. eve gittikten sonra içim dışıma çıkana kadar ağlayabilirdim ama şimdi chan'i hayal kırıklığına uğratmamak için sahneyi güzelce bitirmem gerekiyordu. her ne kadar o beni hayal kırıklığına uğratmış olsada.

"changbin lütfen sakin ol, eminim ki sevgili değiller bak."

kafamı kaldırıp jisung'a iyiyim diyecektim ama soğuk suyla ıslanmış yanaklarıma hızla düşen sıcak göz yaşım burnumu çekmeme sebep olmuştu.

o sırada lavabonun kapısı açıldı. kafamı hafifçe yana çevirip baktım. seungmin'di.
ellerini sakince yıkayıp arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü ve bana bile bakmayıp gitti. yüzüme bile bakmadı. o an ağlamamı daha fazla tutamadım. niye her şey üst üste geliyordu ki? niye seungmin böyle yapmıştı anlamıyordum.

"jisung ağlamamam lazım ama yapamıyorum." dedim sessizce. jisung'un çaresiz nefes alış verişlerini duyduğumda yüzümü tekrar yıkadım ve kafamı kaldırdım.

sahneye kadar dayanacaktım. kolumdaki saate baktım. 2 saat sonra her şey bitecekti. ben huzurla evime gidip rahatça ağlayacaktım evet. en azından planım buydu.

bittersweet - binchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin