1: Ekim Devrimi'ne Küçük Bir Devrim

3.6K 148 105
                                    

Serenad Bağcan, Fazıl Say- Memleketim

Ben, beni bir daha ele geçirsem,
- abıhayat içersem demiyorum ­
kapılar bir daha açılsa
ben bu haneye bir daha girsem
yaşardım yine böyle kanrevan içinde
yine böyle aşk ile sersem,
ben, beni bir daha ele geçirsem ...

Nazım Hikmet Ran

25 Ekim 1917;

Dünyaya gözlerini açmak çok mühim bir hadisedir. Etraftaki insanlar heyecanlı, tümüyle şaşkınlık içindedir. Hafızanın hatırlayamadığı o lahzada, o lahzaya bebeklik denir, yapılan her hareket bir mucizedir. Sonraki tüm hareketler sıradanlaşarak, diğerlerinin varlığına eşdeğer hale gelir. Artık tüm insanlık gibi, yürüyor, içiyor, üzülüyor, ağlıyor, tamamen hayatta oluşunuza karşın, herhangi bir mucize barındırmıyor olursunuz.

Gözlerimi açmamı heyecan ve bir o kadar korkuyla bekleyen gözü yaşlı anneme, omuzları ağ çekmekten çökmüş babama bir müjde verip, açtım o gözleri. Ben hatırladığımı sanmam fakat, babam bahsettiğinden midir nedir, sanki o gün tümüyle aklımda. Yağmur düşen sarı yaprakları gördüm, esen rüzgarın içime işlediğini hissettim. Elbette olmaz öyle şey! Fakat hayal etmenin ne mahsuru olabilir?

İnsan ölümünü düşlerken, doğumunu neden hayal etmez? Bitiş, başlangıçtan her daim daha çekicidir, geçmiş geçmişte kaldığından tüm heyecanını yitirmiştir. Ama, ben en çok geçmişi düşünür, orada yaşarım. Orada tekrar doğar, farklı bir ananın kucağına gider, farklı bir memeye tutunurum. Çünkü, hayal etmenin ne mahsuru olabilir!

İşte, benim çeşitli hayallerimin yanısıra, tek gerçeklik budur. Hayata böyle başladığım anlatılagelir. Devamı çok heyecanlı olmasa gerek, ben de bir yerden sonra bırakmıştım peşini.

Tabii bu sırada Rusya'da Ekim Devrimi ile Bolşevikler hükümetin başına gelmiş, benim de ardından gideceğim bir davanın neferi olmuşlardı. Fakat her inanç, başladığı gibi gitmezdi. Hayat tam olarak böyle bir şey olmalıydı zaten, bizden önce olanlar, bizim yaşamımız için yuva yapardı, inandığım şeylerin benim hayatımı yıkacağını kimse bilemezdi. Yine de, dünyada Giryan Hürcan mahlukunun parmak izleri var denebilir.

**
1944;

İnsan garip varlıktı doğrusu. Yıllanmış çehremin, nasır tutmuş ellerimin, sürgün edilmiş bedenimin aksine hâlâ ruhumun dibine kadar umutla doluydum.  Ekseriyetle kanımda dolaşan ümitsizlik bileğimi eğer, boynumu bükerdi. Fakat bilek güreşinin pekala hakkından gelebilirdim. Neticede boşbeleş herifler değildik hiçbirimiz.

Küçük çay bardağından süzülen buhar havaya karışıyor, pencereden esen rüzgar tenime şöyle bir değip geçiyordu. Dünya aslında, doğduğumuz güne ne çok benziyordu... Yıllar, mevsimler peşpeşe sıralanmışken, bir ömür tüketiyorduk. Bir gün diğer günün ardına takılıp geliyordu, fakat hiçbir değişiklik olmuyordu. Buraya geldiğimden beri, bir el hayatımın düğmesine basmıştı sanki. Ben donmuştum da, tüm dünya hareketteydi.

Geleli pek olmamıştı gerçi, evden nadir çıkıyor, çıktığımda da korkak bir fare gibi, mektubumu verip dönüyordum. Meçhule giden bir yığın mektuplar yolluyordum. Fakat bana öyle geliyordu ki, insan yazmazsa insan olamazdı. Her insan şöyle ya da böyle bir şekilde yazıyordu, kimi duyguları çizerek yazıyordu, kimi türkü çığırarak. Her yazı kağıda yazılmazdı.

Zar zor Türk bir işportacıdan bulduğum çay ile güne başlıyordum. İnsan kuzeyin soğuğuna anca bu çay ile katlanırdı doğrusu. Gerçi sürgünde, insan ne yapardı? Hayat mı yaşardı, memleket düşünmeye devam mı ederdi?

Sana DairWhere stories live. Discover now