31: Merhaba Canım!

384 55 49
                                    

Yeni Türkü- Sen

'Sarı kuş' yazılı sandala binmeliyiz

Seni sandalda öpebilirim.

Geceleri birlikte gezmeliyiz denizde, yıldızları saymalıyız,

Yıldızlar sayılmaz, hasret uzakta.

A. Zekai Özger

1945;

Dokunulmak, özellikle de İlya tarafından dokunuluyor olmak beni daha üstün bir insan yapıyordu sanki. Kendimi buluyordum o anlarda. Elbette sevişmek denilen eylemin getirdiği öforiyle böyle düşünüyor da olabilirdim.

Tam içimde bir yerlerde bulduğu yerle, seslice inledim. "Hızlan sevgilim." Sesim tüm evi çınlatıyor olabilirdi. İlya şakağından süzülen terle, derinliğini aklımın almadığı mavi gözlerle bana bakınca, ister istemez kendimi daha da ona itiyordum. Beni yarı yolda karşılaması bile inanılmaz zevk veriyordu bana.

"Daha da mı hızlanayım?" Alkolün verdiği yetkiye dayanarak, vahşi ve yabani hayvanlar gibi davranmakta bir beis görmüyorduk. Şu an can acısı bile, alınan zevki katlıyordu. Çok uzun zaman olmuş gibiydi sevişmeyeli. Gözlerinin içine yarım saat bakmasam özlediğim adamın, üç aydır tenine hasrettim.

"Daha da İlya, daha da!" Kafamı yastığa vururcasına bıraktığımda, İlya belimi kendine doğru havalandırmıştı. O benim en derinlerimde iken, ben onun okyanusunun dibinde nefes almaya çalışıyordum.

Fakat sevgilim nefes kesmede ustaydı.

"Milaya!" Zaten çok ince bir tona sahip olmayan sesi, sarhoşlukla yayılmaya, sevişmemizle de kalınlaşmaya başlamıştı.

Kendini iyice itmesiyle, değdiği yer beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Geli-" Diyemeden çoktan bırakmıştım kendimi. Kafam öyle güzeldi ki, yeryüzüne inene kadar dakikalar geçmişti.

İlya'nın içimden çıkmasıyla hem derin bir nefes almış hem de rahatsızlıkla kıvranmıştım. Sevişmenin en kötü yanı bitmesi olmalıydı. İnsanın böyle bir iç içeliğe kavuşması, zordu.

Kendini yanıma atan İlya'nın gözleri şimdiden kayıp, kapanmıştı. Terli saçını geriye taradım. Odanın içini yalnızca dolunay aydınlatıyordu. Kusursuz yüzünde, izler kalmıştı ama kusursuzluğuna dokunmamıştı. Şavkla birlikte öyle uhreviydi ki, ne söylesem ne desem onu ifade edemezdi sanki. Nasıl diyordum, nasıl bir şeysin sen?

Üstünü bile örtmeden yattığından, terli haliyle üşütmemesi için altındaki pikeyi çekiştire çekiştire üstüne örttüm. Üstüme bir şort ve gömlek geçirip, gecenin karanlığında el yordamıyla masaya bıraktığımız sigarayı aldım ve dışarı çıktım.

Gece serinliği az da olsa çökmüştü. Terli bedenim bir an titrese de, sigaranın ucunu tutuşturmamla ısınmıştım. Ay, Alpleri aydınlatıyor, geri kalanıysa karanlığa gömüyor, heyula gibi üstüne çökertiyordu insanın.

Evin arka tarafına geçip, duvarına verdim sırtımı. Derin sessizlikte, yalnızca birkaç ağacın hışırdaması vardı, bir de benim nefeslerim. Güzel manzaranın ve az önce uçup yeryüzüne inmiş olmanın hafifliği vardı üzerimde. Şu an hiçbir şey bana dokunamazdı.

Düşüncelerimden başka.

Hayatım nereden nereye diye düşündüm. Neler planlamışken, başıma neler gelmişti? Yirmi yedi yıl. Devrimler, savaşlar, aşklar, büyük vazgeçişler... İnsan hayal dahi edemezdi belki ama bilirsiniz ben büyük bir hayalciyimdir. Yine de o an hakkını vermek gerekirdi belki kaderin belki karmanın belki tesadüfün, adına her ne denirse, beni iyi şaşırtmıştı. Daha neler olacaktı kim bilir?

Sana DairOù les histoires vivent. Découvrez maintenant