20: Bir Kaşık Suda Boğulan İnsan

463 73 40
                                    

Ahmet Kaya- Neyleyim

Sen yoksun

Deniz yok

Yıldızlar arkadaşım

Ya bu gece bir şeyler olsun

Yahut bomba gibi

İnfilak edecek başım

Atilla İlhan

1944;

Elimdeki kaçıncıya yediğim konserve olduğunu bilmeden, yemeye devam ettim. Dalgınlığım, doğuşumdan beri beni takip eden bir canavar mıydı, yoksa beni koruyan bir melek miydi bilemiyordum. Fakat eğer bulunduğum yerden uçsuz bucaksız denizlere açılabiliyorsam eğer, dalgınlığım her şeyi çözerdi.

Mesela üç haftalık yokluğa iyi gelir miydi? Gidenlerin belirsizliğinde kavrulurken, elimde bir parça fotoğrafının olmamasını kapatır mıydı? Yahut, hayalgücüm onun dipsiz mavilerini hayal edecek kadar gelişmiş miydi? İçimdeki derin bağ, ne zaman ona düğüm olmuştu?

Bazı şeylerin zamanını anlamak zordu. Hele de böyle durumlarda daha zordu. Bir saat, bin saat gibi geliyordu. Sanki ben İlya'yla günler değil, yıllar geçirmiştim. Yoksa nasıl olurdu da, uzanıp tutardı yüreğimden beni? Yokluğunda bile beni hayata bağlayan biriydi o. Yalanlarını sineme sarmaktan gocunmamıştım bile.

İçinde bulunduğumuz ahval miydi buna sebep? Bir tek o mu kaldı diye düşünüyordum kendimce. Fakat sanmıyordum. Demiştim ya size, İlya bambaşka bir mevzuydu benim için.

İçimi böylesine feraha kavuşturan, tek bakışıyla kalbimi kuşların kanat çırpması gibi çırpındıran adamdı. Dünya bu haldeymiş, anam babam karşıymıştan öteydi. Sadece... Sadece, Niran da görsün isterdim. Beni olduğum gibi kabul eden tek insanın, beni koşulsuz seven tek insanın onu görmesini isterdim.

Serseri gönüllü kardeşinin kalbini iflah eden adamı görmeliydi zannımca. Fakat hayat öyle bir şeydi ki, ne hayallerimizin ne de planlarımızın önemi vardı. Eğer bir şeye karar verdiysek, bütün sonuçlarını göze almış olmalıydık. Hesap etmiş olduğumuz ya da olmadığımız bütün sonuçları.

Çünkü sorumluluk dediğimiz şey tam da buydu. İnsan kendi kararlarının mesuliyetini kabul etmekte zorlanırdı. Hakkı da vardı. Ben yaptım, buna ben karar verdim demek ne zordu...

Oysa burada kaldığım süre boyunca daha iyi anlamıştım bunu. Yaptığım her şeyin sonucuna katlanmak zorundaydım. Bu olanların tümünün sorumlusu ben olmasam dahi, kararlarımın sorumluluğunu almalıydım artık. O on yedi yaşındaki yeni yetme oğlanı, İstanbul'daki odamda bırakmalı, sırtımdaki ruh yüklerine sarılmalıydım. Onları kabullenmeli, yoluma bakmalıydım.

Çünkü insan olmak bu demekti. Arkama bakmadan kaçmak istediğim bütün sorunlarım bu dört duvar içinde üstüme çullanmıştı. Ve yalnızlık öyle bir şeydi ki, her şeyi kabullenmek için mükemmel bir fırsattı. Ülkemde kaçtığım hapis hayatına, farklı bir şekilde burada tutulmuştum.

"Giryan abi!" Kolumu dürten İsmet'e döndüm.

"Ne oluyor canım yahu? Yavaş biraz." İttirdiği kolumu ovuşturup, silik bir tebessümle ona baktım. Katyuşa dizimin dibinden ayrılmıyor, kucağımdan inmek bilmiyordu.

"Abi beni duyduğun mu var? Olmaz ki böyle. Deniz gitti gideli, açıklardasın, boğulacaksın ha!" Beni alaya alışına takılmadım bile. İsmet olmasa burada günler nasıl geçerdi? Bir ses, bir nefes... İnsan insana böyle yeterdi.

"Aklım başka yerde İsmet'im, niye duymayayım seni?" dedim ellerim, İlya'nın emaneti olan Katyuşa'nın tüylerini okşarken. Aramızdaki savaşa kısa bir es vermiştik.

Sana DairWhere stories live. Discover now