26: Anlarsın Ölüler Niçin Yaşarmış

369 67 16
                                    

Kutanin-Oglan

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;

Saat on ikidir, söndü lambalar.

Uyu da turnalar gelsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

Sezai Karakoç

1945;

İnsan neden şaşıp kalırdı anlamazdım. Hatta ekseriyetle de kendime bu sebepten kızardım. Ah, o lafı bir diyeydim. Neden sustum ki! Neden izin verdim beni fare gibi kovalamasına? Ama her şeyin bir vakti olduğuna inanan insanlardansanız, o lafın o vakit aklınıza gelmemesinin de bir sebebi olduğuna inanırsınız.

Ben her şeyin vakitlice olduğuna pek inanmazdım ama dilimin kemiği olmadığına inanırdım. Hırsımdan gözüm dönerdi de, ne dediğimi bilmezdim. Eh, insan yaş aldıkça laflarını törpülüyor gibi gelebilirdi fakat işin aslı bu değildi bende. Kıymetli sözcüklerimi ve zamanımı insanlara harcamayı bırakmıştım.

Ama.

Ama insan böyle bir vaziyette nasıl susardı yahu? Nasıl donup kalırdı? Üç adam sürükleye sürükleye getirip salondaki koltuğa yatırmıştık İlya'yı. Nefesim göğsümde tıkanmış, ne kadar çırpınırsam çırpınayım bir rahat nefes alamamıştım. Neresinden geldiğini anlayamadığım kanlar yerde iz bırakmıştı.

"Abi bir bez getir, silelim yüzünü gözünü de anlayalım neresi kanıyor?" diyerek beni kendi cehennemimden çıkaran İsmet'e döndüm.

Neler gelmişti başımıza? İnsan tahmin bile edemiyordu bazı şeyleri. Hayal gücüm bile böylesine bir son yazmazdı kendine.

"Getireyim." Dedim emir eri gibi. O an ne söylerlerse yapardım, çünkü ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Elim ayağım buz kesmişti.

Onun acısını geçmiş, kendime üzülüyordum. Böylesine bencil bir varlık olmaktan utanç ve esef duyuyordum. Durum apaçık ortadayken bile, kendi başıma gelenler konusunda dövünmek istiyordum.

Mutfaktan temiz bir bez ve tas alıp, tasa su doldurdum. Otomatikleşmiş hareketlerim son derece korkutucuydu benim için. Ruhuna sahip olduğum bedenin kontrolünü kaybetmiş gibiydim.

Daha saatler önce yanımda yatan adamın başına ne işler gelmiş olabileceğini düşünüyordum fakat, öyle çok ihtimal vardı ki, hangi biri cevap olacaktı?

İçeri geçtiğimde Hasan'la fısır fısır bir şey konuşan İsmet bıçak gibi kesti sözlerini. Ben de dikkat edemedim zaten.

Koltuğun başucuna çöküp, ıslattığım bez ile sadece sarı saçlarının bir kısmı görünen yüzünü temizlemeye başladım. Öyle sakin hareket ediyordum ki, gören benim hep böyle bir manzaraya maruz kaldığımı düşünürdü. Fakat paniğimle onu daha da mı incitmeliydim?

Dokunmalara kıyamadığım yüzünü kim böyle bir hale getirirdi? Elimdeki bez çoktan kana bulanmıştı bile.

"Abi, ne olmuş olabilir sence? Sana nereye gittiğini söylemiş miydi" Hasan sessizce bizi izlerken, İsmet soru soran kısımdaydı yine.

"Bilmiyorum İsmet. Ben ağır uyurum oğlum. Yanımdan kalktığını bile anlamamışım ki... Kapının sesine uyandım." Fısıltılı sesim ona ulaştı mı bilmiyordum ama, uyuyanı irkiltirim diye ödüm kopuyordu.

Kulakları bile kandı... Kulakları. Kan çiçekleri böyle mi olurdu?

"Biz uyandığımızda apartmanda gürültü vardı. Ben yine bombalama başladı sanınca kalktıydım... Sonra kapının deliğinden bakınca gördüm." Elimdeki bezi suya sokup sıkınca, berrak su, kırmızıya dönüvermişti. İsmet ise bir şeyler daha söylemek ister gibi ellerini ovuşturuyordu.

Sana DairWhere stories live. Discover now