16: Sakin Günlerin Kıyısı

580 72 42
                                    

Aquarium-Golden Town

Önce dişlerimiz döküldü
Sonra saçlarımız
Ardından birer birer arkadaşlarımız
Şu canım dünyanın orta yerinde
Bir başına yapayalnız
Kırılmış kolumuz kanadımız
Tatlı canımızdan usanmışız

1944;

Gün aydığından beri izlediğim adama bakmaya devam ediyordum. Her şeyin çok hızlı olduğunu, başıma nelerin geldiğini anlayamıyordum. Hayatım bir anda mahvoluyor, bir anda güneş açıyordu. Ben de yalnızca uzaktan izliyordum olanları. Bedenimi terk etmiş, öylesine bir varlık oluvermiştim.

Zaten biraz da insan olmanın doğasında bunun yattığını düşünüyordum. Eğer hayatta kalmak istiyorsak, uyum sağlamalı ve unutmalıydık. Uyum sağlamayıp marjinal olan her şey yok olmaya mahkumdu.

Ben de sıradan bir insandım. Açık olan yaralarım sızlarsa hatırlıyor, ama günün çoğunda yaşamaya devam ediyordum. Üzülüyor ve sonra hiçbir şey hissetmemeye başlıyordum. Bunları anlamlandırmak ve uyum sağlamak ne kadar zor olsa da bir şekilde yapıyordum.

Bütün bunların tek bir açıklaması vardı, o da insan oluşumdu. Ben bütünüyle aciz bir insandım. Suya kapılıyor, boğulmamak için çırpınıyor ama bazen de yorulup ne olacaksa olsun diye düşünüyordum.

İlya diken üstünde uyuduğu için, bunu gece boyunca her hışırtıda uyanışında anlamıştım- nefeslerimi bile yavaş alıp veriyordum.

Gece birbirimizi öptükten sonra konuşmamıştık. Şaşırmamıştım. Neden şaşırmamıştım? Neden büyük tepkiler vermiyor ve olanca sakinliğimle olanları karşılıyordum. Olgunluk dediğimiz şey, yaşama karşı ve isteklerimize karşı olan heyecanımızı kaybetmek miydi? Öyleyse ben de herkesin istediği gibi, yetişkin olmuştum.

Tamamıyla sakin değildim fakat, çok büyük umutları olan insanların vereceği tepkilerden de yoksundum. Sanki bir yanım hep bunun olacağını bilir gibiydi. Uyurken yavaş yavaş aldığı nefesler içimi huzurla kaplıyordu. Göğsünün yavaşça inip çıkışı bana yaşamla dolu oluşunu kanıtlıyordu.

Ölü insanlar görmüştüm. İdamlar görmüştüm... Ondandır ki yaşama bunca bağlıydım sanırsam. Gözlerin açık oluşu bana her şeyden güzel gelirdi. Dudakların kıpırdanışı, hızlı soluklar... İnsanlığa neden böyle hayran olurdu bir insan? Oysa birbirini katleden, birbirinin yüzüne tüküren, darağaçlarını kuran da insanlardı.

Fakat ne olursa olsun, içimi terk etmeyen bir gelecek umudu vardı. Ben olmasam dahi, insanlığın düzlüğe çıkmasını ve iyiye olan inancının artmasını isterdim. Tüm savaşımı bunun için veriyordum. İnsanlığın her görüşe olan saygısını ve iyiye gitme potansiyelini biliyordum.

Kar bulutlarının aydınlattığı hava perdesiz penceremden İlya'nın yüzüne vurduğu için rahatsız olmuş olmalıydı ki gözleri kırpışarak açıldı. Gökyüzü ve denizle yarışan gözlerine kan sıçramıştı.

İyi uyuyamadığı her halinden belliydi. "Günaydın duşa maya." Uyku mahmuru sesi kulaklarıma ulaşınca heyecanlandım. Meğer İlya'nın kapalı gözlerine tepki vermiyormuşum.

"Günaydın." Dedim ben de kısık bir sesle. Kuşu ürkütmemek için sessizdim sanki. Oysa sarı kuş dün kendi rızasıyla girmişti bu kafese. Şimdi kafesin kapısını kapattığım için ben suçlu olamazdım ya?

Eli yanağıma uzanıp yavaşça okşadı. "Nasıl hissediyorsun?" sorusuyla bir süre düşündüm. Nasıl hissediyordum sahi? İyi değildim ancak kötü de değildim. Var olmaya devam ediyordum. Kendimi sıfatlara sokmaktan hiç hoşlanmazdım zaten.

Sana DairWhere stories live. Discover now