3: Mavi Hava, Karanlık Zihin

914 103 102
                                    

Mark Bernes- темная ночь (Dark Night)

Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim!
Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni.
O karanlık ormanı yangına vurun.
Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum.
Ama iyi biliyorum yıldızları,
Ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını,
anılacak günlerimin gitgide yok olduğunu biliyorum.

İsmet Özel

1944;

İnsanın siren sesine böylesine alışması nasıl bir şeydi? Her gece paniğin ev bellediği kalbimle uyuyor, her sabah da nasıl uyandığıma hayret ederek uyanıyordum.

Farkında olmasam bile, her gece ölmeyi dileyerek yumuyordum gözlerimi. Madem öyleydi, neden buradasın Giryan?

İnsan hep böyle çelişkili bir varlıktır bence. Ne istediğini bilmez, elde etse beğenmez, gitse özler, sarılsa iterdi... Hepimiz yarım akıllı bir şekilde dünya üzerinde dolanır dururduk. Şöyle tepeden bakınca, ne de aciz gözükürdük.

Ben de öyleydim. Neticede hepimiz insandık. Kaçarak yaşamaya çalışıyor, kaçtığım yerde ölmeye çalışıyordum. Fakat ben korkak bir adamdım, ölümümün kendi yüzümden değil, başkası tarafından başıma getirilmesini isterdim. Çünkü seçmiş olduğum şeyin, bu yol olmasına katlanamıyordum. Zayıfım ama o kadar da değil, diye düşünüyor olmalıydım.

Diyorum ya, neticede insandık. Aynı şeyleri ilk kez biz hissediyor gibi hisseder, dünyadaki tek acının bizde olduğunu düşünerek özel olduğumuzu hayal ederdik. Acı çekerken bile, bunca acıyı bizden başkası çekemezdi yahu!

Gece siren sesiyle gözlerimi açtığımda bir an yataktan kalkacak gücü kendimde bulamadım. Öylece sıvası akmış sarı tavanı izledim. Tavan da beni izledi, sonra da dile geldi sanki.

"Haydi Giryan, sen ne ölecek kadar ne de yaşayacak kadar yürekli değilsin, kalk, kalk da seni koruduğunu düşündüğün duvarın arkasına sin."

Rahatsız edici bir sessizlik vardı, duvarlarla benim aramda. Bazen geriliyordum, duvarlarla yani. Yaşama olan inançsızlığımla, kaçmamdaki çelişkiyi gözüme sokuyorlardı. Zihnimin yalnızlıkla başa çıkmasındaki çabasını takdir ediyordum fakat duvarlara ve tavana suç atacak kadar ileri gidiyordu artık.

Her şeyin farkındaydım ve bu farkındalık acı veriyordu bana. Olduğum yerde kıvrana kıvrana, bu zihin ağrısını geçirmeye çalışıyordum. Çok düşünmek kafamda hazımsızlık yapıyordu, zihin fesadı geçiriyordum.

Sirenler kafamı yararcasına ötmeye devam ederken, gecenin şafağı bulmuş vaktinde mutfağa ilerledim. Yerin soğuğu, ayak tabanımdan omurgama vurdu sanki, fakat aldırış etmedim.

Mavinin kızıla aktığı gökyüzü siyah örtüyle kaplıydı hâlâ. Elim alışkanlıkla tezgahtaki bardağı buldu, musluğun altına tuttuğum bardağa yavaşça dolan suyu izledim dalgınlıkla.

Bir balık olsaydım keşke. Kesin, aptal bir balık olup ya yem olurdum ya da sofralara ziyafet. İnsan farklı varlıklar olmayı dilese de, ruh aynı ruhtu.

Su boğazımdan zorlukla geçerken, pencerenin kenarından sızan soğukla titreyip, bomboş sokakları izledim.

Üçüncü katta, 1944 yılında, sıvası dökülmüş bu evde, sirenler çalarken yalnızlığıma ve kuş gibi çırpınan yüreğime rağmen doğalına uygun şekilde su içen kendime hayret ettim.

Saat 03:34, gittim kapının yamacına çöktüm. Sabahı edecektim belli ki. Ne sığınacak bir çatı, ne bir liman, ne bir göğüs... İnsan böyle açıkta kalınca, deli gibi oradan oraya koşturmak istiyordu. Fakat mecal kalmamıştı sanırsam. Artık kaçmaktan yorulan bir av hayvanı gibiydim. İntihara meyilli olduğumdan, avcıyla göz göze gelmeye çalışıyordum.

Sana DairWhere stories live. Discover now