5: "Unheimlich Zumute"

801 79 67
                                    

Ural Cossacks Choir, Uzory- Cossack Patrol

Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misâli?

Neylersin alışkanlık,
için kan ağlarken yüzün güler,
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?

Nazım Hikmet Ran

1944;

Sabaha kadar yatakta dönmüş durmuştum. Karabasanlara inanmasam dahi, gece yaşadığım şeyi açıklayacak kelimelerim yoktu. Bundandır ki, bilinmezde kalmasındansa isimlendirerek ondan kurtulmaya çalışıyordum.

Her olayı aklımda tek tek yeniden oynatıyor, elinin hareketlerini, göz kırpışını düşünüyordum. Minicik mimiklerden anlam çıkarmaya uğraşıyordum.

Her şeyde bir sebep ararken, öylece kaybolmuştum karanlıkta. Buna inat sanki, gece de diğer günlerin aksine alabildiğine sessizdi. Hatta bazen damarımın içindeki kanın akışını duyduğumu düşünüyordum.

Sabah uykusuz gözlerle ağzıma birkaç lokma bir şey attım. Evde o kadar bir şey yoktu ki gerçi, benimle birlikte birkaç fare daha yaşasa beni yerlerdi. Ben de onları sanırsam...

Bugün İsmet'i bulmak için dışarı çıkmalıydım. Adım atacak gücüm kalmamış gibi olsa da, ortalarında yüzdüğüm denizin kıyısında ne olduğunu merak eden bir yanım vardı. İnsan olmayı dibine kadar yaşıyordum şu zamanlarda.

Belki hepimiz yaşıyorduk. Sene bin dokuz yüz kırk dörtte, cephede olan ve olmayan herkes bir şekilde bunun diyetini ödüyorduk. Hepimiz inandığımız şeyler uğruna, şeytan olmayı göz alıyorduk. Yani hepimiz o kıyıda ne olduğunu görmek istiyorduk. Kimseyi insan olduğundan dolayı suçlayamazdım ya?

Yine de bencil olan yanım, bunları hak etmediğim yönünde karar alıyordu. Bu yüzden kalbimi birisi eline almış ve sıkıp bırakmış gibi hissetmekten geri duramıyordum.

Haksızlığa uğradığımızda olan o şeyler oluyordu. Diğerlerinin de benimle birlikte batmasını istiyor, şiddetli hislerimin önüne geçemedikçe yaşamıma duyduğum nefretle pencerenin kenarında kalıyordum öylece. Havayı aydınlatan top atışlarını izledikçe, diğer tüm insanlığın bizimle birlikte bu acıyı çekmesini istiyordum.

Böyle zamanlarda insanlığımdan utanıyordum. Aslında ben genel olarak utanç içinde yaşayan bir adamdım. Olduğum şeyden utanmam tembihlendiğinden olsa gerek, bir türlü bununla gurur duyamamıştım. Fakat gariptir ki, ne kadar utansam da bir şeyleri yapmaktan, olduğum şeyi söylemekten geri durmamıştım. Biraz deli cesareti, belki çocuk salaklığıydı bu.

Çocukken üzerimizde olan o dünyayı keşfetme arzusunun verdiği haz dolu heyecan ve beklentilerimizin düşüklüğü ile dünyaya bakış açımız utanç dolu değil, kıvanç dolu oluyordu.

Sonra büyüdükçe, keşfettiğim şeylerden geriye bir şey kalmadığını fark ediyordum. Böylece tanrı inancımı kaybediyordum. Sonrasını ise insanlığın yerine utanç duymakla geçiriyordum. Yaratılışıma olan utancım, beni kelimelere yönlendirmişti. Bir şekilde atmalıydım sanki bu içimdeki zehri.

Düşüncelerimle birlikte kapının önünde yarım saat geçirdiğimi anca fark etmiştim. Evin çeşitli yerlerinde, öylece kalakalıyor sonra da hiçbir şey yokmuş gibi hayatıma devam edebiliyordum.

Kapıyı açtığımda yine eşiğe bırakılmış kitaplarla karşılaştım. Adamın iletişim şekli bir acayipti. Kendi de öyleydi ya neyse...

Ona bakmanın verdiği haz bile bambaşkaydı. İlya'nın herhangi bir şey yapmasına gerek yoktu. İçimde çoktan ona akan nehirler vardı, ona doğan güneşler vardı, ona dönen dünyalar vardı...

Sana DairOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz