17: Yabancı Simalar ve Düşman Kediler

556 72 61
                                    


The Red Army Choir- Kalinka

Yaşamak ümitli bir iştir sevgilim,

  yaşamak,

   seni sevmek gibi ciddi bir iştir

Nazım Hikmet Ran

1944;

Günlerimiz sürekli cepheden gelen haberlerle bölünüyor, duruma göre tüm gün mutlu ya da mutsuz geçiyordu. Bu sırada Türkiye'deki olayları da takip etmeye çalışıyordum fakat bu artık daha imkansızdı. Gelmeyen mektupların yerini derin bir ümitsizlik kaplamıştı yavaş yavaş.

Olaylar olmadan önce, bir umut gelebilecek olan haber kırıntısına tutunuyordum. Fakat şimdi gelecek haberi geçiyordum, artık ben bile hislerimi yazmıyordum.

Hatta biraz da kaleme, dile küsmüştüm sanırsam. İçimden hiç mi hiç Türkçe konuşmak gelmiyor, kağıttan kalemden İlya'yı yazmak hariç uzak duruyordum. Kendi kendimi cezalandırıyordum fakat zemininde memleketime kırgınlık vardı. Sindiremiyordum öylece kovulmuş olmayı. Kardeşimi görmeme izin vermeyecek kadar düşman olmuş olmak ağırıma gidiyordu, fakat bazen sadece olanları izleyebilirdik.

Kendi hayatımızda dahi, seyirci rolünü üstlenirdik.

Ellerimi izlemeye daldığımı fark etmemiştim ki, Katyuşa koltuğa zıplayınca irkildim. Çok yanıma yaklaşmayıp, kuyruğunu patilerinin üstüne kapatarak vakur bir duruşla beni incelemeye başladı.

Bazı zamanlar bir portal açılıyordu sanki ve ben Katyuşa gibi kedi oluyordum. Birbirimizi anladığımız, dertlerimizin ortaklaşa olduğu bir dünyaya düşüveriyordum. İnsanın, konuşmadan anlaşıldığını bilmesi, müthiş bir rahatlık veriyordu. Yorulmuyor, bitkin düşmüyor, yalnızca gözlerinize yansıyan hüznün ışığında destek görüyordunuz.

Bunu sadece bir kedi yapabiliyordu işte. Çünkü insan olmanın ilk kurallarından birisi, bencil olmaktı. Yaşama devam etmek için ilkin kendimizi düşünür ve ne olursa olsun nefes almaya çalışırdık.

Bundan sebep, insan kendi türünü asla bir hayvan kadar anlayamazdı. Kendi derdimizi düşünmekten, derdimizin bizi çektiği baloncukla etrafı bulanık görmekten başkasını anlamak imkansız bir hayal olur çıkardı.

Bana kalırsa, bu başka insanı anlama işini yalnızca kendinden tamamen vazgeçen ademoğlu becerirdi.

"Ne zaman giyineceksin?" İlya'nın evin içindeki adım sesleri ile gözlerimi ona çevirdim. Yeni duş aldığından saçları ıslak, üstünde ise sadece iç çamaşırı vardı.

Kalbim tekledi. Güzel ve yapılı vücudundaki çeşit çeşit lekelere ve izlere takılsa da gözüm, insanın kusurlarının onu ne derece eşsiz yaptığını düşünmekteydim

"Ben gelmesem? Şu an bir eğlenceye şahitlik edecek kadar iyi hissetmiyorum kendimi İlya." Size insan uzakta olunca, ölümü o kadar anlayamıyor demiştim fakat bu kadarı da gözüme saygısızlık gibi geliyordu.

İtidalli bir adam olduğum şu sıralarda su götürmez bir gerçekti ya da acılarımın üstüne öyle bastırmıştım ki, bir şekilde canım acımayı bırakmıştı. Yine de sanki başkası beni görecekmiş gibi, nadiren gülümsüyor ya da kendimi eğlendirecek işlerden uzak duruyordum.

Hissizliğim, ölüme duyduğum saygının önüne geçemiyordu. Büyüdüğüm ülkenin kültürünü palto sıyırır gibi sıyırıp atamadığımdan, üzgün ve perişan olmanın gerekliliklerini yerine getirme vazifesini yapmaya çalışıyordum.

Bence zaten, tam da bu sebeplerden dava adamıydım. İnandığım ve inandırıldığım şeylere olan bağlılıklarım her hareketimi kontrol ediyordu. Bu da yeni şeylere olan cesaretimi kırıyor, başkaldırışın önüne geçiyordu.

Sana DairDonde viven las historias. Descúbrelo ahora