6: Gözler mi Cesur, Dudaklar mı?

727 93 45
                                    

Zoya Yashchenko- генералы гражданской войны (Generals of the civil war)

Sen ki, saçından tırnağına kadar
Bir hürriyete bedelsin,
Bu ılık saçlar, bu gözler; fakat her şeyden önce
Yaşadığın için güzelsin.

Turgut Uyar

1944:

Öylece masaya oturan insanlardan pek haz etmezdim. İşin açığı, Svetlana biraz garip bir kadındı fakat ben kadınları hep biraz garip bulurdum zaten.

Benim yaratılışımdan bu kadar farklı olunca bir yaratık, ister istemez hem onları kendi içimde çokça yüceltiyor hem de onları anlayamadığım için korkuyordum. Bir tek Niran vardı, annem bile zaman zaman bana çok korkutucu gelirdi.

Gözleri öyle keskin bakardı ki, ruhumun incelikleri kırılırdı. Svetlana da öyle bir kadındı işte.

Vücudum şeffafmış gibi bakıyordu yüzüme. Suçlu olmadığım halde suçlu hissediyor, bir şeyleri itiraf etme ihtiyacıyla doluyordum.

Bu yüzden masada boşboğazlık etmemek adına, dikleşip, ellerimi dizlerimin üzerinde sıktım. Eğer böyle yaparsam, ağzımdan çıkanları kontrol edebilir gibiydim.

"Bir işiniz var mı?" diye sorduğunda, delici bakışları yüzümün her köşesinde dolaştı. Aşağılar gibi bakmıyordu, aksine değerlendiriyordu. Bu yüzden ona kızamadım.

"Günlük çeviri işi almaya çalışıyorum, bazen mektupların yazım yanlışlarını düzeltiyorum." dedim. Mektup kelimesini hatırlamakta zorlandığım için, İlya'nın yüzüne bakmıştım. Nasıl olduysa, beni hemen anlamış, tamamlamıştı.

Bu cevapla Svetlana'nın tatmin olduğunu düşünmüyordum. Fakat çok da umursayacağım bir konu değildi. İnsan bir kişinin tek bir mimiğine, kanıtlar sunmaya çalışırsa, bu müthiş bir zaman kaybı olurdu. Hele de bu kişi tanımadığımız ya da tanımamıza değmeyeceğini düşündüğümüz bir kişiyse, ikna yolundan katiyen geçmezdim. Yalnızca yumuşak bir gülümseme ve baş sallama... Aslında birçok insanı bu şekilde geçiştirirdim.

İçimde kopan fırtınaları bir tek benim gemim bilirdi, başkasının gemisine tatlı bir meltemdim ben.

İlya girdi araya, "Çeviri dışında neler yaparsın?" diye sorduğunda kısaca düşündüm. İstanbul'da karşılaşmış olsaydık keşke diye geçirdim aklımdan. Çünkü ben burada hiçbir işe yaramıyordum. Oradaysa; teknelerle, kuşlarla, boğazla bile arkadaştım.

"Tiyatroları, müzeleri, operaları yani, sanatın her türlüsünü severim. Gerçi bu sıralar yalnızca okuyabiliyorum fakat şikayetçi değilim." Cümlelerimin yarısı doğruysa, diğer yarısı yalan içerikli oluyordu.

İnsanın dürüst olması çok zor işti doğrusu. Bazen ne olduğunu anlamadan yalan söyleyiveriyordum. Ya içimdeki bu kuvvetli hislerin öğrenilmesini istemiyordum ya da kendimi karşımdakine beğendirme çabası içine giriyordum. Takdir görmek isteyen benliğim birden çırpınmaya başlıyordu, hem meziyetlerimi ortaya dökmek istiyor hem de ben dökmeden anlaşılsın istiyordum.

"Ben de çok severim operaları. Bir gün gitmeliyiz." dediğinde İlya, güzel gözlerine bakarak sadece gülümsedim. Sessizlik ikrardan gelir derlerdi fakat ben onu ısrarımla bir kere bıktırdığımdan, artık daha ağırbaşlı davranmak istiyordum.

"Bolşoy Tiyatrosu'nu görmüş müydün?" diye sordu Svetlana. Kaşlarımı kaldırıp ona döndüm. Sesi yumuşak olsa bile, yüzünün hatları onu sert bir kadın gibi gösteriyordu.

"Göremedim henüz, hâlâ gösteriler oluyor mu?" İlk defa bir savaşa bu kadar yakinen, bilinçli tanık oluyordum.

"Devam ediyor. Ara sıra gösteriler, balolar, çeşitli eğlenceler yapılıyor askerlere destek olmak adına." Svetlana'nın cevabı beni düşündürdü.

Sana DairWhere stories live. Discover now