13: Denize Dönmek İstiyorum!

573 78 68
                                    

Leonard Cohen- Famous Blue Raincoat

Gelin bütün yıldızları doldurun

Karanlık yalnızlığıma.

Ne ışıldar yanım yörem, ne ışır

Ölürsem yalnız ölürüm

Seversem yalnız severim

İnsanlar gelir geçer ömrümden ama

Macera benimdir geçmişlere karışır...

Cahit Zarifoğlu

1944;

Mırıl mırıl mırıl... Katyuşa kendini o tombul haline bakmadan yere atıyor, oradan oraya savruluyordu. Sevilmek için yaptığı bu gösterinin bu kadar tanıdık olmasını kadere bağlasam, inançsızlığıma haksızlık etmiş olurdum.

Galiba bir türlü ait olduğum yeri bulamamak bende buna sebep oluyordu, inançlarıma sıkı sıkı yapışıyordum. Dünyanın komünizmle yönetilmesi gerektiği düşücesi gibi, tanrıtanımazlığım gibi... Bir şekilde bağlanmalıydım bir şeylere. Tutunmalıydım ki, asılı kalayım bu dünyaya.

Çünkü, insan başka türlü nasıl ayakta kalırdı? Savrulup durmaktan yorgun düşen bedenimi de, zihnimi de nasıl yaşamda kalmaya ikna ederdim?

Elimdeki çay fincanından çıkan buhar gözlerime ulaşıp buhar yapıyordu, yani umarım o yapıyordu bu gözlerimin önüne çekilen bulutları. Yoksa ağlamak işten bile değildi.

Yavaş yağan kar yolları kapatmıştı. Böyle durumlar bana hayatın özeti gibi gelirdi. Her şey ne kadar yavaş gerçekleşirse gerçekleşsin, bir bakardık yollarımız kapanmış olurdu. Göz açıp kapayıncaya kadar, kaybolurduk. Dünyadaki zamanımız işte böyle geçip giderdi. Şikayet etsek de, ağlasak da o son yaklaştı mı, tüm o kar yağışları gelirdi akla.

Yatağında umutsuzca ölmeyi bekleyen bir felçli gibi olurdu insan. Hayatı başarısızlıklarla dolu, gençliğe tutunmuş bir ihtiyar. Tüm ömrü, o gençlikteki beş seneden ibaret olurdu.

Tam da bu yüzden kaçırmak istemiyordum zamanı. Pişmanlıklarla dolu bir şekilde ölmek istemiyordum. Boş bir hayatın neferi olup, gençliğime özlem duyarak yitip gitmek istemiyordum. Yaşamanın, ama gerçekten, doya doya tadını almanın peşindeydim bu hayatın. Ölüp, gam yememek tam da böyle olurdu diye düşünürdüm.

Islık sesiyle yerimde zıpladım aniden. Seslere aşırı duyarlı hale gelmiş bedenime laf geçirmek mümkün değildi. İlya'nın varlığını bilsem de, hopluyordum böyle zaman zaman. İnsan korkuya koşullandı mı bir kez, ne kadar sonrasında başınıza onun gelmeyeceğini, güvende olduğunuzu bilseniz de inanamıyordu bir türlü duruma. O korku, sinsice büyümeye devam ediyordu, ta ki sizi delirtene dek.

''Sakin, duşa maya. Her seste irkilecek misin sen böyle?'' Yere çöküp, Katyuşa'nın karnını okşayan İlya'ya döndüm gözlerimi kar yağışından çekip. Bembeyaz bir gökyüzü vardı ama içimi ferahlatan bir beyazlık değildi bu.

''Yok canım, dalmışım yalnızca. Hızlısın.'' Dedim, ıslak saçlarına bakıp. Su canlısı gibi, suya girmeden yaşayamıyordu adam. Otururken birden, banyoya gitmişti, duş almak için.

''Hızlıyımdır. Alışkınım bir şeylere yetişmek için koşturmaya.'' Gözleri kedinin göbeğinde oyalandı bir süre, diyeceği şeyi deyip dememek arasında kalmış gibi. ''En son ne zaman dinlendim tam anlamıyla bilmiyorum Giryan. Biri kollarıma ipleri geçirmiş gibi, oradan oraya sürüklüyor beni. Ne bedenim ne zihnim tamamen bana ait değil uzun zamandır... En son ne zaman insan hissettim bilmiyorum.''

Sana DairWhere stories live. Discover now