15: Hem Üzgün Hem de Ummana Doğru

575 96 55
                                    

Cihan Mürtezaoğlu- Bu Bir Yağmur Mu?

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Ahmet Telli

1944;

Ayrılık zordu elbet, fakat bazı ayrılıklar sonsuzluğa olunca daha zor oluyordu herhalde. Bir daha göremeyeceğimden emin gibiydim, içten içe biliyor gibiydim...

Biraz mistik olacaktı belki ama, bir şekilde insan hissediyordu ama yine de ümit etmekten vazgeçmiyordu. Çünkü yaşamamı sağlayan buydu. Peki ya şimdi? Nasıl yaşayacaktım, nasıl devam edecektim?

Annemin acısını, babamın yüzünü hayal ederken nasıl olur da tutunurdum bir şeylere? Kendi acımı geçiyor, onların acısına acımaya başlıyordu kalbim. Atarken kalbimi tekletiyor, derin bir nefes çektiriyordu bu acı. Yine de her şey gibi bunun da geçeceğini biliyordum işte. Nasıl eve dönemeyeceğimi biliyorsam, içten içe bunun da içimden geçeceğini ama yine de geçip gideceğini biliyordum.

Etraf sürekli bulanıklaşıyor, yaşlar düştükçe yastığa netleşiyordu. Bu ev sanki ev değil, beklenmedik, sirensiz bir bombayla yıkılmış enkazdı artık. Beklenilen acılar mı beklenmedik acılar mı daha çok yoruyordu, bilmiyordum.

Her acının kendi rengi, kendi yıkıcılığı vardı sanki. Birbirini örtmüyor ya da tamamlamıyordu. Hepsi kendince, acınması gereken sırayı bekliyordu. Evime ayrı, Niran'a ayrı üzülmeliydim şimdi. Acıların hakkını vermeli ve atlamamalı, birbirine katmamalıydım.

Zaten gözyaşları durmuyordu. Bugünü beklermiş gibi, hep alt kirpiklerimde asılı kalmışlardı da, birisi barajın kapağını açmıştı.

Kapının tıklandığını denizin altındaymış gibi boğuk boğuk duydum. Yataktan kafamı kaldırmaya tenezzül bile etmedim. Kafam öyle ağırdı ki, kimse kaldıramazdı. İçindeki düşüncelerden mi, yoksa kederden mi ağırdı, bilinmezdi.

Gerçi ben hep keder yüklüydüm. Fakat şimdi o keder ve gam gerçeğe dönmüştü. Kendini gerçekleştiren bir kehanet olma yolundaydım. Özgür olmak için çıktığım yolda, en büyük tutsak ben olmuştum. Artık kazanacak bir savaş olduğundan emin değildim...

Kapı küçük bir gıcırtıyla açıldı, "Giryan abi, kurban olayım bir şeyler ye. Bak kaç gün oldu... Aklım sende kalıyor diye eve gidemiyorum, hadi gel." İsmet'in yorgun sesi bana ulaştı ama kemiklerime ulaşmadı.

Herhangi bir motor hareketi sergileyemeyecek kadar yorgundum, ağırdım. Ayağımdaki taşları söküp atamayacak kadar bitiktim. Kendi savaşımda yenildiğim için mağdur ve utanç içindeydim.

Kapıyı biraz daha itip, yavaş adımlarla bana geldiğini duydum. "Abi kendini böyle bırakma bak, altı üstü dünya yahu burası! Hepimizin göçüp gideceği yerden sevdiklerimiz erken gitti diye yıkılırsak, boynumuzun borçlarını nasıl öderiz?" Tortop olduğum yatağın kenarına çöktüğünü hissetmiştim.

İlk defa bu kadar yakındık İsmet'le belki. Kaç gündür evde beni yalnız bırakmamışlardı. Sessizliğinden şikayet ettiğim evin duvarlarına, İsmet'in, İlya'nın hatta Svetlana'nın bile sesi kazınmıştı. Ama isteklerimizin üzerine başka yükler binince, insanın isteklerinin bile önemi kalmıyordu işte. Her şey bu kadar gelip geçiciydi, tek gerçek doğum ve ölümdü.

Sana DairHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin