80. Bölüm

3.7K 362 440
                                    

Ben geldimm. Yine çok uzun ve heyecanlı bir bölüm oldu 🤍

800 bin olmuşuz, yavaş yavaş büyümeye devam ediyoruz ama hikayemizde her geçen bölüm biraz daha sona yaklaşıyor. Merak etmeyin, onlara veda ettikten sonra hız kesmeden yeni bir maceraya daha başlayacağız. Bu kitabı sevdiyseniz, yeni fantastik kitabıma bayılacaksınız şimdiden söylemesi :))

Bunun haberini instagramdakiler bilir, burada da söylemiş olayım.

Az çok demeyelim, oy vermeden geçmeyelim 🤍

İyi okumalarr ❤️

Tapınağa dolu gözlerimle bakmaya devam ettim. Her yerim sızlıyordu, kanatlarım tarif edemeyeceğim bir acıyla yanıyordu ama bunu umursamıyordum, tek düşündüğüm şeytanın ettiği yemindi.

Gerçekten bunu yapmıştı!

Tanrım! Kafayı sıyıracağım!

Yiğit yanıma gelip omzumu sıktı. Başını salladı ve bize dik dik bakan nöbetçiyi izledi. "Her şey bu Voldemort kılıklı adamın suçu, bence ona bir ders vermeliyiz."

"Adamın burnuyla dalga geçmen hiç etik değil, köpecik." Diye araya girdi Bulut, sinirle iç çektim.

"Sen etikten ne anlarsın ki velet?"

"Farkında mısınız bilmiyorum ama şu anda kralınız ölmek için geri alınamaz bir yemin etti ve eski kraliçenizin bedeninin bulunduğu tapınağın önünde onu kurtarmak için duruyorsunuz. Yanınızda yeni kraliçeniz mahvolmuş halde ama siz hala birbirinize sataşıyorsunuz. Kusura bakmayın efendim, bunu söylemezsem içimde kalır..." dedi Alina ve gözlerini kapatıp dişlerini sıktı. "Pardon da siz beyninizin yüzde kaçını kullanıyorsunuz?"

Sare kaşlarını çatıp başını bıkmış bir şekilde salladı. Düşünceli gibiydi. "Savaş'ın peşinden gidecek miyiz yoksa burada bunun tartışmasına devam mı edeceğiz?"

Batu ve Berk Sare'ye katıldıklarını belirttiler. Babam yanıma gelip Yiğit'e hırladığında gözlerimi devirip yüzümü bıkkınlıkla ovuşturdum ama bu deneme aptalcaydı çünkü ellerimdeki bütün kanın yüzüme bulaştığını görünce daha çok sinirlenmiştim!

"Neden hiçbir şey istediğim gibi olmuyor..." diye mırıldanıp sinirle tapınağa ilerledim. Diğerlerini arkamda bırakmıştım, büyük ihtimalle nöbetçi sadece benim ve arkadaşlarımın tapınağa girmesine izin verecekti. Askerlerimiz arkada kalmıştı. Savaş zaten tapınağın içinde bizi bekliyordu.

Ona kırılmış bir şekilde baktığımda ilk defa umursamadı. Çok mutluydu yemin ettiği için! Son şansımızı böyle hiçe sayması beni sinir etsede kan yemini geri alınamazdı.

"Senden nefret ediyorum." Dedim öfkeyle, kollarını önünde kavuşturup duvara yaslanmış, sırıtarak beni izleyen eşime. Tişörtü üzerinde yoktu ve çıplak gövdesinden uzanan siyah kanatları tapınağın karanlığından dolayı pek belli olmuyordu.

"Bende seni seviyorum meleğim." Dedi sırıtarak ve diğerlerine kısa bir bakış atıp sır verirmiş gibi öne eğildi, fısıltıyla konuştu. "Ya birlikte, ya da hiç..." deyip önüme gelen saç tutamını yavaşça geriye attı, sonrada sanki ona kızgın değilmişim gibi dudağıma uzun bir öpücük kondurup geri çekildi.

"Burası karanlık olabilir ama ben bir kurdum ve her şeyi çok net gördüğümü belirtmek isterim." Yiğit'in seslenişiyle yerimden sıçradım. Savaş homurdanarak ona döndü.

"Yani?"

"Hiç... söyleyeyim dedim." Dedi Yiğit. "Sadece arkanızdaki büyük ve korkutucu görünen heykeli ne zaman farkedersiniz diye merak etmeye başlıyorum."

Dolunayın AltındaWhere stories live. Discover now