Hortlak

156 41 113
                                    

Bu bölüm bol bol yorum istiyorum 📢📢📢📢📢📢

Hayatı yakalamakta güçlük çektiğimi hissettiğim anlar oluyor.
İçimi büyük bir kasvet yumağı sarıyor nefes almadığımı hissediyordum.
Belki de doğruydu, zaman gerçekten de su gibi akıp geçerken insanoğlu sadece geçip gitmesini izleyecek kadar çaresizdi.

Bitip tükenen bir kum saatini izlemek gibi kalabalık caddeye bakarken tek düşündüğüm buydu.
Çaresizlik..
Bilmelerine rağmen yaşamaya devam etmek hangi genin sabrıydi.
Yarın öleceğini bilen insan bugün alışveriş merkezleri arasında ömrünü tüketir miydi mesela?
Ya da bir inşaat ustası asla oturmak nasip olmayacağı bir evin duvarını yapar mıydı son saatlerinde?
Peki o zaman bu kadar insan yarın ölmeyeceğine emindi.
Bir kelebek ömrü kadar kısa olan ömürlerini belki de bir saniyesine bile değmeyecek işlerle dolduruyordu.
Ne yazık...

"Zift gibi lan bu!" Ümit'in homurdanması ile derin düşüncelerimden çıkarken derin bir nefes aldım.

"Sen çağlarına benzemiyor tabii" dedim alayla gülümseyerek.

"Sen dalgani geçmeye devam et abicim ama benim çaylarım şifa şifa. Bir gün bütün dünya benim çaylarımı konuşacak. Doktorlar diploma yırtacak" diyerek ütopik hayalini anlatmaya devam etti.
Semtin en kalabalık caddesinde bir kafeye oturmuş çay içiyorduk.
Baş komiser bir boyacı ustasına uğramak için yanımızdan ayrılmıştı ki onun bedeni yolun başında görünmüştü.
Kalabalık arasında dikkat çekecek kadar heybetli yürüyüşü ve üzerineki kabanın düğmeleri açık olduğu için bir pelerin gibi rüzgarda savruluyordu.
Parmaklarının arasında bir sigara dudağının arasına götürüp çekiyor, bir eli ise cebinde adımlarına bakıyordu.

Benim hayran bakışlarıma değen göz bebekleri bir süre bakmış sonra dudaklarında bir tebessüm oluşmuştu.
Onun gibi olmak için ne yapmalıydim?
Kaç fırın daha ekmek yemek ya da kaç defa hayatın sillesini yemem gerekti?
Peki o yemiş miydi?
O belki benim hakkımda her şeyi biliyordu ama benim onun hakkında bildiğim tek şey babacan olmasıydi.
İnsanın elini öyle sıkı korkusuzca tutuyordu ki ışığı görmek için o karanlıktan çıkmana gerek yoktu, ışık kendisiydi.
Karanlığa uzattığı eli bile ışık saçıyordu.

Sigarasını söndürüp yanımıza vardığında yuvarlak küçük sehpanın yanındaki iskemlilerden birine, aramıza oturdu.

"Neredesin abi ya! Üşüdük içimiz ısınsın diye bayat çay höpürdedip duruyoruz burada!" Diye homurdanan Ümit'e bir bakış atıp garsonu aradı gözleri.
Gördüğünde el işareti ile çay istediğinde gülümsememe engel olamadım.
Bakışları bana değdiğinde ne olduğunu sorar gibi tek gözünü kırptı.

"Hiç" dedim omzumu sallayıp.
Kendimi dün geceden beri daha yakın hissediyordum sanki ölen ailem tarafından gönderilmişti bana ve ben geç farkına varmıştım.
Öz baba kokusu olur muydu hiç tanımadığın yabancı birinin üzerinde?
Onun vardı.
Sanki çocukluğumun yarısını onunla geçirmiş kadar hatırlıyordu beynim.
Bütün mimikleri, az önceki hareketi bile hep görerek büyüdüğüm birinin tavırları gibiydi. O kadar samimi ve gerçek.
Sanki hafızamı kaybetmişim de onu unutmuşum gibi.
Bir şekilde beynimin bir köşesi hatırlıyor, tanıdık geliyordu.

"Usta bulabildin mi?" Diye sordum önümde bardağa bakarak.

"Birkaç tane buldum ama adamlar cin olmuş adam çarpma derdinde" diye homurdandı. Önüne gelen çay ile garsona bakip konuştu.

"Sağol aslanım" diyerek başını salladığında garsona yaptığı şu abilik bile bir parça kiskanmama sebep olmuştu.

"Afiyet olsun abi"
Garsonda yüzünde mutlulukla ayrılırken "o benim abim" diyen küçük cocuklar gibi söylenmek istedim.
Bu halim ile kendime gülerken Baş komserin meraklı bakışları bana çevrildi.

Kâbus 🔍 (KİTAP OLUYOR) 📢📢Where stories live. Discover now