3. bölüm

5.8K 417 25
                                    


Ağrıyan sırtım ile ayağa kalıp etrafıma baktım.

Büyük bir tarihi odadaydım sanki, kahverengi ağırlıklı odada kocaman bir yatak, çalışma odası ve oturma grubu vardı.
"Yok artık." Diye mırıldandım kendi kendime. Eski ressam Alvey'in tarih kitaplarına konu olan resimlerinin bire bir aynıydı burası.

Nasıl? Nasıl mümkün olurdu?
Kafayı mı sıyırdım acaba?

Çantam! Çantam yok, telefonum elimdeydi, yok. Tavana baktım ama ne bir delik ne de bir kapı vardı.

Aşağı düştüğüme emindim. Kafamı kaşıyarak durdum, şimdi ben şey yapacaktım. Ne yapacaktım?

Hayatımda en çok övgü duyduğum özelliğim zekaydı, evet zekiyim ben bir şekilde...

Etrafımda dönerek odayı incelemeye başladım tam karşımda ve odanın iki duvarında kapı vardı. Sesiz olamaya çalışarak karşı kapıya doğru yürüdüm. Karşı kapının bitişiğindeki duvarda bir kapı daha vardı.

Rüya mı görüyordum acaba?

Kapının kulpuna elimi atıp derin bir nefes aldım. Belki de kapıyı açınca uyanırdım.
"Yarın tiana için beni beklemeyin."

Yaklaşan adım sesleri ile şokla kendimi yan kapıya attım. Bu odada kıyafetler vardı, hayatım boyunca görmediğim kıyafetler. Bunu sonra düşünürüm saklanmam gerek. Duvar çıkıntısının yanına çöküp küçültebildiğim kadar küçülttüm kendimi.

Odanın kapısı açıldı, korkuyla nefesimi tuttum. Cidden şuan ne yaşıyordum ben?

"Bu odaya bugün biri girdi mi?"

"Hayır prensim bir sorun mu var? "

Hızlanan kalbim ile gözlerimi sıkıca yumdum. Sanki ben görmesem onlar da beni göremeyecek gibiydi.
Kafam çok karışıktı.

Tiana; Vania karallığının yetkilerinin bir araya gelip genel durum hakkında kraliyet ailesine bilgi verdiği toplantıya deniyordu.

Şuan birinci elden yazılmış tarih kitaplarının gösterdiği odalardan birindeydim ve dışarıda biri bir prens ile konuşuyordu?

Zamanda yolculuk mu yapmıştım yani? Tüm bu mantıksızlık için de mantıksız da olsa en mantıklı ihtimal buydu.

Adım sesleri odanın içinde bulunduğum kıyafet odasına yaklaşırken kendimi iyice geriye çektim. Bu çıkıntıdan beni göremezdi tabii bu tarafa gelmezse.

Odanın kapısı açıldı.

Lütfen, ne istediğimi bilmiyordum. Beni görse büyük ihtimalle ölürdüm. Göremez ve bir şekilde bu odadan çıkarsam büyük ihtimalle sarayın içindeki bir asker tarafından yakalanıp öldürülürdüm.

İçeriye giren prens kapı tarafındaki kıyafetleri alıp geri dışarı çıktı. Bunu attığı adım sayısından anlamıştım.
Acaba hangi prensti? Hangi yılda oluğumu bilseydim hangi prens olduğunu anlardım.

Kralın her daim en az iki oğlu olurdu. Tabii bu son krala kadardı. Son kralın tek oğlu vardı ve o da kral olamadan ölüyordu.

Kafamda aynı anda o kadar fazla bilgi dönüyordu ki başım ağrıyordu.
Acaba? Yok olamaz. Ya olursa?

Japonya da bir kitap bulunmuştu. Efsanevi bir kitap, bu kitapta bazı insanların özel güçlere sahip oluğunu ve bunları gizledikleri hakkında efsaneler yazıyordu.

Son prensin efsaneside vardı. Söylenene göre o Vaina krallığının en korkutucu ve aynı zamanda da en adaletli prensiydi. Herkesten sakladığı bir özelliği vardı. Kitabın yan sayfasının ilk cümlesi bu özellik prensin sonunu getirdi diyordu fakat devamı yoktu yırtılmıştı.

...

İçimden saymayı sıkıldığım için bırakmıştım, muhtemelen altı saattir buradaydım, açlıktan midem bulanıyordu.

Başta içeriden tıkırtılar gelse de bir süre sonra hiç ses gelmedi. Ne zamana kadar burada saklanbilirdim bilmiyorum. Yavaşca ayağa kalkıp kulağımı kapıya yasladım, ses yoktu.

Bulunduğum odanın içindeki kıyafetlerin çoğu siyahtan oluşuyordu. Büyük ve ağırlardı, hepsinin kollarında yıldız işlemeleri vardı. Bunları giyen prens çok iridir diye düşündüm çünkü kıyafetler çok ağırdı.

Karnımın guruldaması ile kendimi kastım. Buradan ben çıkmasam sesimi duyup gene beni bulacaklardı.
Ses çıkarmamaya çalışarak kapıyı açıp kafamı dışarıya uzattım. Yatağın üstünde sırtı bana dönük biri uyuyordu, korkudan kalbim tekledi.

Dışarıya çıksam bile, ya kapının önünde askerler varsa? Sinirliydim, içinde olduğum duruma hem sinirliydim hem de anlam veremiyordum. Bu işin içinden nasıl çıkacaktım? Bilmiyorum.

Çalışma masasının üstünde duran meyve tabağını görünce karnım bir kez daha guruldadı. Sadece bir elma alıp geri girecektim odaya, ses çıkarmamam gerekiyordu.

Gözüm yataktaki prensteyken yürümeye başladım. Masanın başına geldiğimde gözerimi kısarak kitaplara baktım. Bunlardan birini alıp geri dönebilseydim. Ah geri dönebileceğimin bile bir garantisi yoktu. Sadece elmayı almalıyım, büyük tabağın içindeki elmayı aldım. Masanın üstündeki açık kitaptaki yazıları görmek için biraz başımı eğdim.

Belimden tutulup çekilmem ile ağzımdan kaçan çığlık soğuk bir elin içine hapsoldu.

"Kimsin sen!?"

Siktir. Çaresizlikle gözlerimi yumdum ne diyecektim şimdi.
"Hangi cüretle odama girdin? Kim gönderdi seni?"

Ne diyecektim? Mahvoldum ben demek ki hayatım buraya kadarmış.

Sertçe beni kendine çevirip elini ağzımdan çekti. Karşımda uzun boylu siyah saçlı, siyah gözlü soluk beyaz tenli biri vardı. Teni öylesine beyazdı ki hastalıklı görünüyordu.

Geriye çekilmek istedim ama öyle sıkı tutuyordu ki milim kıpırdıyamadım.
"Ben-"

Kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakıyordu zorlukla yutkundum. Gözleri, gözleri çok garipti. Kuyuya benziyordu.

"Buralı değilsin. Bu kıyafetleri ilk defa görüyorum. Hangi ülke yolladı seni!?"

"Hangi prensin?"

"Deli taklidi mi yapıyorsun?"

Kapının tıklanması ile korku ile çırpınan kalbim ümidini kesti, sonum gelmişti.

"Prensim bir sorun mu var?"

Başımı hızla iki yana salladım. Fısıldıyarak karşımdaki prense döndüm.
"Her şeyi anlatacağım sana, lütfen onları çağırma. Ölemem henüz değil."

"Prensim?"

Susuzluktan boğazım ağrıyordu.
"Lütfen."

"Sorun yok."

Gür sesi ile yerimden sıçradım. Gözleriyle meydan okuyordu sanki bana, sıkıysa anlatma dermiş gibi bakıyordu.

"Şimdi bana her şeyi anlatıyorsun. Anlatmazsan, seni askerlerime veririm onlar seni zevke konuşturabilir, bundan emin olabilirsin."

...

Düşünceleriniz?

Yıldıza basmayı unutmayın






VANİA  KRALLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin