13. BÖLÜM

4.1K 300 41
                                    

Hayatımın her anında bir şeyler öğrendim. Ne yaşarsam yaşayayım, ne kadar dibe batarsam batayım oradan çıktığım vakit, oradan ayrıldığım vakit kendime bir ders çıkarmış olurdum.

Hayatım tek düzlüğüne, annemin olmamasına babamın beni sevmiyor olmasına rağmen ben kendimi her zaman şanslı hissetmiştim. Bunun nedeni sahip olamadıklarım değil sahip olabileceklerimdi.

Açık bir zihin ve açık gözler ile yaşıyordum, bu da bana tahmin edemediğim kadar çok şey katıyordu.

İnsanlar çamura battıkları zaman isyan ederlerdi ben ise o çamuru temizler ve nasıl temizliyeceğimi öğrendim bir dahaki sefere daha dikkatli olurum derdim. Tekrar çamura batarsam sorun yok, daha önce temizledim nasıl yapılacağını biliyorum diye düşünürdüm.

Birden havanın soğuması ile kollarımı birbirine sarmış zangır zangır titreyen çenem ile yürümeye devam ediyordum.

Çenemin titremesi sinirden mi yoksa soğuktan mı ayırt edemedim. Kendime sinirliydim kendime çok ama çok sinirliydim.  Bu zamana kadar güvendiğim hiç bir insan güvenimi boşa çıkarmamıştı, bir prensle karşılaşana kadar. Dişlerimi sertçe bir birine bastırdım ağzımın kan dolduğunu hissediyorum, bir prens...

Kendime sinirliydim çünkü teselli bulmak için onu bekliyordum, teselli için onu beklerken o bana...
Başımı iki yana sallayarak düşüncelerime kilit vurdum.

Gök yüzünde çarpan şimşek ile duraksadım, hava güzel görünüyordu ben saraydan çıktıktan sonra kötüleşmeye başladı. Çok güzel doğa bile benim yanımda değil!

Fırtınaya yakalanmak istemiyordum. Saklanabileceğim bir yer yoktu. Gökyüzünden yere düşmeye başlayan buzlar ile durdum ve kafamı göğe kaldırdım. "Cidden mi ya!?"

Gerçekten şuan dolu mu yağıyordu? Hem de normal bir büyüklükte değil iki yumruğum büyüklüğünde. Titreyerek bu şekilde devam edemeyeceğimi anlayınca büyük yaprakların olduğu bir ağacın dibine çöktüm.

Bu tip durumlarda başı belaya giren kızın beyaz atlı prensi gelirdi, ben istemiyorum prens falan. Benim de değil hem, ne demişti o cadı annesi?
'çıkabilirsin, Prensimin sevgili sevgilisi'
Prensimmiş peh al oğlunu başına çal.

Ağaç kafamı korusa da omuzlarıma değen buz parçaları canımı yakıyordu. Benim bildiğim ve gördüğüm dolu yağışları kısa sürerdi. Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama bir türlü dinmedi dolu.

Başımı ağaca yaslamış beklerken atlı sesleri geldi. Olduğum yerden kıpırdamadan durdum. Umarım prens değil de yoldan geçen başka birileri olurdu. Sesler yaklaşırken gözlerimi yumdum, küçüklükten kalma bir alışkanlıktı bu, ne zaman saklanmak görünmez olmak istesem gözlerimi yumardım.

Atlılar bana doğru yaklaştı ve durdu bense hala gözlerim kapalı bir şekilde muhtemel sonumu bekliyordum, içimde halen ufak bir umut vardı gelenlerin saraydan olmadığına dair. Biri attan inip bana yaklaşmaya başladı gözlerimi açtım.

Dolu durmuş, attan inen prens bana doğru geliyordu ardında o an  sayamadığım kadar çok atlı askerler vardı. Gözlerim etrafı tararken ısrarla prense bakmıyordum. Yanıma gelmesine üç adım kala başımı iki yana salladım duraksadı.

Ona bakmamı bekliyordu ve ben ona bakmak istemiyorum. Bir kaç dakika bekledi, benden bir atak bekledi fakat ben hareket etmiyordum. Onu görmek duymak işitmek istemiyorum.

Kendime itiraf etmek çok zordu fakat hayal kırıklığına uğramıştım.

O geriye kalan üç adımı atarken tekrar kafamı iki yana salladım ama bu onu bu sefer durdurmadı. Önüme gelip diz çöktüğünde hissetiğim yoğun duygularla ona bakmamak için bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim. Konuşursam ağlayacak gibiydim, konuşmak istemedim.

VANİA  KRALLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin