#35

550 56 37
                                    

Bu bölüm boool ironi içerir

Yorucu bir pazartesi ardından sitenin bahçesine girmiştim ki Emir'i görmemle "Selam," dedim. Ben girerken o çıkıyordu ama neden bu kapıyı kullanıyordu? Arka taraftaki kapıyı kullanması daha mantıklıydı. "Nasılsın?"

"İyi."

Bana nasıl olduğumu soramaması garip gelse de "Nereye?" diye sordum konuşma başlatmak için. Eve gidince canım sıkılacaktı, beş dakika burada konuşmaktan kimseye zarar gelmezdi.

"Ne yapacaksın?"

"Ne?"

"Nereye gittiğimi ne yapacaksın diyorum, iki kere konuştuk diye hesap mı vereceğim?"

"Yanlış anladın," dedim ters tepkisine anlam veremezken. "Öylesine sormuştum, hesap sormadım."

"Samimiyetimiz yok Meyra, sorma bir daha."

"Samimiyetimiz yoksa kahvaltıya da çağırma beni, kendini iyice Emir Sarrafoğlu sandın sen." diyerek omzuna vurup yanından ilerledim. Apartmana girdiğimde ellerim titriyordu, bana neden böyle kötü davranmıştı? Oysaki dün akşam beni eve bırakırken gayet eğlenmiştik, böyle değildi.

Eve girerek sinirle çantamı yere fırlatıp montumu üzerine attım. Koltuğa uzanıp gözlerimi tavana diktiğimde onu üzecek bir şey yaptım mı diye sorguluyordum, eğer böyle bir şey yaptıysam tepkisinde haklı olabilirdi ama yapmamıştım, keyifli bir şekilde veda etmiştik birbirimize. Üzülseydi mutlu ayrılmazdık, tepkisini o an verirdi.

Belki de sinirle tepki vermek yerine onu üzdüm mü diye sormalıydım.

Eylem: Hani cumartesi akşam bize gelecektin?

Eylem: Pazar da gelmedin.

Eylem: Bugün geliyorsun hemen!!!

Siz: Hani sen kursa kalmıştın? Nasıl geleyim?

Eylem: Hoca son anda iptal etti.

Eylem: Eve geldim şimdi, seni bekliyorum.

Siz: Gelirim belki.

Eylem: Neyin var?

Eylem: Okuldan ayrılırken iyidin, ne oldu birden?

Siz: Hiç, sessiz sessiz ölmeyi bekleyeceğim izin verirsen.

Eylem: Geliyorum, aç kapıyı.

Görüldü ✔️✔️

Çok değil, üç dakika sonra zil çaldı. Onun buraya üç dakikada gelmesi imkansızdı, koşa koşa geldiğine adım kadar emindim. Uyuşuk adımlarla kapıya giderek açtığımda nefes nefeseydi, içeri girerek montunu çıkarıp "Anlat," dedi. "Nasıl geldiğimi bir ben, bir Allah bilir."

"Asıl sen anlat, elitliğin işe yaradı mı?"

"Önce sen anlatıyorsun," diyerek kolumdan çekiştirdi. Çoktan üzerini değişmişti, onun aksine hâlâ formayla duruyordum. "Ya da ben kahve hazırlarken önce git üzerini giy."

Elinden kurtularak odama girip yere düşen duvar halısına sinirle tekme savurdum. Uzaklara giderken "Aptal," dedim. "Eski sevgilim de yapışmıyor, sen de..."

Üzerimi değişerek banyoya girip yüzümdeki güneş kremini çıkardım. Kışın bile güneş kremi sürme alışkanlığım annemden geliyordu, evde olsam bile üşenmeden sürerdim. Belki de üşenmediğim tek konuydu...

"Hadi, kahve hazır."

"Geldim," dedim mutfağa girerken. "Boşuna heyecanlısın, anlatacak hiçbir şey yok."

Okur ve YazmazKde žijí příběhy. Začni objevovat