Ben Gelene Kadar Hayatta Kal

104 15 2
                                    

"Mimho-ssi." diye bağırdı telefonun ardında. Aniden yükselen sesle telefonu kulağımdan uzaklaştırdım.
"Yanıma gel." dedi uyuşuk bir sesle.
"Neden gecenin bu saatinde arıyorsun yahu?" diye homurdandım beni aramasına anlam veremeyerek.
"Gel iştee." dedi ısrarla mızmızlanarak.
"Neredesin?" diye sorduğumda kendime şaşırdım, gece birde bir gün önce tanıştığım bir adam çağırıyor diye yanına gidecek biri değildim. Değilim.
"Aaa..." boğazını temizledi. "Bilmiyorum."
"Ne kadar içtin sen?" telefonu hoparlöre alıp üzerime bir ceket geçirdim.
"Gereğinden az." dedi, yutkunma sesi buraya kadar geldiğinde midem kasıldı.
"Neden başka birisini aramak yerine beni aradın?" diye sordum evden çıkarken.
"Çünkü onu duydun." dedi.
"Kimi? Telefondaki mi? O kimdi?" dedim konunun açılmasını fırsat bilerek.
"Yanımda olmaması gereken birisiyd-" durdu "Hey önüne baksana!" diye bağırdı birden bire.
"Birileri seni öldürmeden önce gelip seni ben öldüreceğim, o yüzden olduğun yerde kal ve bana bir şekilde konumunu at." dedim. Soğuk bir rüzgar suratıma vurup ürpermeme neden olduğunda durdum ve arkamı döndüm. Tanrı aşkına ben napıyordum bu saatte? Düşüncelerimi bölen uyuşuk sesini duyunca derin bir nefes alıp ilerlemeye devam ettim.
"Tamam." diyordu sakin sesi.
"Lütfen ben gelene kadar hayatta kal." dedim ve telefonu kapatıp otobüs durağına doğru ilerleyen adımlarımı hızlandırdım.

Ondan istediğim gibi bana mesaj halinde olduğu konumu göndermişti. Dinmek bilmeyen merakımı -ya da endişemi- gidermek için alelacele gönderdiği konumu açtım. Seeul Bhar adında bir bar mekanındaydı. Ya da disko gibi saçma sapan bir yerdeydi işte. Aklımdan bir kez daha geri dönme fikri geçtiğinde binmem gereken otobüs durağa vardı ve fikrimi aklımdan çıkardı. Neredeyse kimsenin olmadığı otobüste istediğim yere oturdum ve ona mesaj attım.
Ben: Geliyorum. On dakika daha hayatta kal lütfen. Sonrası sana kalmış tabii.
Son cümleyi sildim ve gönder tuşuna bastım.

Otobüsten indikten sonra yalnızca beş dakikalık yürüme mesafesiyle hızlıca Seeul Bhar'a ulaşmıştım. Etrafta ellerinde bira şişeleriyle dolanan gerip sarhoş tipler vardı. İçimden hepsini yumruklamak gelsede bu isteği bastırıp etrafıma bakındım.
Burlardaolmadığından emin olduktan sonra yakınlardaki bir ara sokağa doğru hızla ilerledim. On dakika hayatta kalmayı başaramamış olabilirdi öyle değil mi? Ara sokağa girdiğim anda geri çıktım.
"Siktir git orospu herf!" diye bağırdı kadınlardan biri.
Böyle bir ortama daha önce hiç girmemiştim. Sokak aralarında sevişen kadınlar vardı. Ne zamandır böyle bir şehirde yaşadığımı sorgularken arkamdan biri sarıldı. Kaskatı kesildim ve yumruğumu savurmk için tamamen hazır bir şekilde belimi saran kollardan kurtuldum.
"Yongbok!" diye bağırdı bana sarılan sarı saçlı çocuğun ardından gelen yapılı adam.
"Changbin-ah!" diye karşılık verdi yere çakılan sarışın çocuk. Dehşete düşmüş gibi onları seyrederken zombilerin ele geçirmesi gereken bir dünya yerine sarhoş insanlar tarafından ele geçirilmiş bir dünya görüyordum resmen.
"Üzgünüm." dedi yapılı adam, yerde oturan çocuğu kaldırıp kucağına aldığında öylece ona bakıyordum.
"Siz iyi misiniz?" diye sordu adam.
"Ee, evet." dedim. "Ama buralarda sarhoş bir adam gördünüz mü?" diye ekledim.
Adam hafifçe kıkırdyıp etrfına bakındı.
"Her yerde." dedi.
"Ah, doğru. Sincaba benzeyen bir yartık." diye düzelttim.
"Yaratık?" Tek kaşını kaldırıp bana bakarken kucağındaki çocuk onun boynuna sarılıp başını boynuna gömdü.
"İnsan. Yani orta boylu bir adam, ve evet, sincaba benziyor."
Adam hafifçe irkilip, yanakları kızarınca boynundaki çocuğu geriye ittirdi.
"Emin değilim." dedi ve etrafına bakındı.
"Ben gördüm!" dedi boynundaki çocuk.
"Sanırım şu tarafa gitti." dedi arkamı işaret ederek. "Yoksaa..." dedi düşünerek. "Şuraya mıydı?" bu sefer az önce işret ettiği yönün tam tersini, benim önümü yani kendi arkasını işret etti.
"Her neyse," dedim cebimden telefonumu çıkararak. "Sorun yok, onu arayabilirim."
Han'ı ararken adam bir kez daha irkildi, kucağındaki sarışın ise hafifçe inledi.
"Kes şunu!" diye fısıldarken çocuğu kucağından indirdi ve bana baktı.
"Onu görürsek bu tarafa yönlendireceğiz." dedi.
"Teşekkürler." dedim ve onların uzaklaşmasını seyrederken Han'ı bir kez daha aradım. Hattı meşgule atınca sinirle burnumdan soludum.
"Burdayım." dedi aniden arkamdan gelen sesi. Hafifçe irkildikten sonra ona döndüm. Siyah şık bir takım elbise giyiyordu, o sinir bozucu psikologdan eser kalmamıştı sanki. Tek kulağındaki küpeyi gördüğümde benimde bir tane yaptırmam gerektiğini düşündüm.
"Neden geldin anlamıyorum." dedi. Sesi durgundu telefondakinin aksine.
"Çağırdın da ondan." diye çıkmıştım.
"Biliyorum," ded. "ama beni doğru düzgün tanımazken gecenin bu saatinde neden geldiğini anlamıyorum. Umursamayabilirdin." sözlerindeki ciddiyet ve üzüntüyü kalbime kadar hissetmiştim. Bu garipti. Kendi duygularını bile ayırt edemeyen birinin karşısındaki kişinin duygularını hissetmesi garipti. Ancak bu beni rahatlattı. Hala duygularımın var olduğunu hissedebiliyorum en azından.
"Niye öyle bakıyorsun?" dediğinde kendime geldim.
"Ne? Nasıl bakıyorum?''
"Ne bileyim işte," dedi gözlerini zorlukla açık tutarak. "Düşünceli gibisin."
"Az önce sorduğun soruya cevap arıyordum. Cevabı yok. Ama geldim sonuçta, öyle değil mi?"
"Evet." dedi canımı sıkan durgun bir sesle.
O güler yüzüne ne olmuştu?
Kim bu hale getirmişti onu?
Ne yaşanmıştı da sürekli gülen suratı asılmıştı bu adamın?
"Beni ne için çağırdın?" diye sordum onu baştan aşağıya süzerek.
Durdu. Hafifçe sendelediğinde düşeceğini sanarak ona doğru atılsam da o ayaktaydı. Aramızdaki kapanan mesafeyi suratını incelemek için fırsat bildim ve ona bu yakınlıktan bir göz attım. Ancak dah fazla dayanamadan geri çekildim.
"Sorun ne?" dedim.
Başını hafifçe iki yana salladı. "Boş ver."
Alaycı bir tavırla güldüm. "Şaka mı yapıyorsun sen? O kadar yol geldim ve sadece 'boş ver' mi yani?" Gözlerimi devirdim. "Bu süre zarfında hayatta kalmış olabilirsin ama bu saniyeden sonra hayatta kalman için garanti veremem. Kısacası, söyle."
"Umrumda değil." derken hala üzgündü.
"Tanrı aşkına senin derdin ne!" Diye bağırdım bir anda. Aniden bağırdığımda irkilmişti. Bu kendimi kötü hissetmeme neden olduğu için derin bir nefes aldım ve sesimi alçalttım. "Söyle gitsin. Muhtemelen birbirimizi son görüşümüz olacak, yani endişe etme."
Öne eğik duran başını kaldırıp bana sorar gibi baktı.
"Son mu?" dedi.
"Evet." dedim. "Annemden başka bir psikologa gitmek istediğimi söyledim." bu doğruydu. Annemle konuşmuş ve halletmiştim.
Gözleri kocaman açıldığında bir an ağlayacak sandım.
"Neden?" dedi. "Neden gidiyorsun ki?"
"Niye üzüldün ki?" dedim duygusuz bir yüz ifadesiyle.
Başını iki yana salladı. "Gidemezsin."
"Aa, elbette gidebilirim." diye karşı çıktım.
"Hayır." sesi yükseldi. "Gidemezsin! Gitme!"
Buna anlam veremiyordum. Neden kalmamı istiyordu ki? Belki de para sorunları vardı... Sanmıyorum. Bu bar çok lüks görünüyor.
"Neden bu kadar büyüttüm ki?"
Bana kızmış gibi kaşlarını çattı. "Unut gitsin." arkasını dönüp hızlıca uzaklaşırken onu takip etmeye başladım.
"Neler oluyor?"
"Bir şey olduğu yok, Minho." dedi.
"Bana neden kızdın ki?" dedim umurumdaymış gibi.
"Unut gitsin dedim." bu seferki ses sert ve kararlıydı. Adımlarını hızlandırdığında daha çok hızlandım ve kolundan yakalyıp onu durdurdum.
"Ne?" dedi çatık kaşlarla.
"Derdin ne senin? Çağırdın, geldim, şimdi de neden geldiğimi soruyorsun. Üzgün davrandın, derdini sordum, şimdi de bana kızıyorsun."
Kolunu kurtardı. "Sana değil, kendime kızıyorum." dedi. "Bu kadar salak olduğum için kendime kızıyorum." Yinede bana öfkeli bakıyordu. Bir kez daha bana arkasını dönüp uzaklaşmaya kalkıştığında bir kez daha ısrarla peşinden gittim. "Klinikten ayrıldığım için mi kızdın yani?" diye sordum ama cevap vermedi. "Daha yeni tanışmışken neden gitmeme kızasın ki?"
Durdu. Olduğu yerde durdu. Bende durdum ve karşısın geçtim.
"Sorun ne?" diye fısıldadım.
"Neden umurundaymış gibi davranıyorsun ki?" dedi suratıma bile bakmadan. "Eğelenceli geldiği için mi merak ediyorsun?" Bana baktığında gözleri dolmuştu. "Benim sorunlarım seni ilgilendirmezken," dedi sakince "neden merak ediyorsun ki?" diye bağırdı sakinlğini bir kenara bırakıp. Kaşlarını çattım. "Tamam. Unut gitsin. Ne bok yiyorsana ye."
Gözleri daha fazla doldu, ama ben arkamı döndüm ve hızlıca uzaklaştım.

En Dipte Olmak | Minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin