Bir Kez Daha Göz Göze Geldik

46 9 1
                                    

Ertesi akşam hep beraber içmeye gittik. Han'la buluştuğumuz şu Seuul Bhar'a gitmiştik. Sanırım sürekli gittikleri bir mekandı. Açıkçası pek fazla bara gitmişliğim yoktu, genelde sessizce tek başıma içerdim.
İçeriye girdiğimiz anda gürültüler kulaklatımı tıkadı ve gözlerim yanıp sönen renkli ışıklarla kamaştı. Kısa bir koridordan geçtikten sonra o kalabalık alana girdik. Kalabalıktan nefret ediyordum. Changbin önden ilerliyor, biz ise peşinden gidiyorduk. Neyseki Changbin kalabalığa girmek yerine bar tezgahına geçti ve en köşeye oturdu. Yanına Felix, Felix'in yanına Han ve Han'ın yanına da ben oturdum. Changbin'le aramızda mesafe olması yetmezmiş gibi kulaklarımı çınlatan müziğin üstüne bağırarak sesini dıyurmaya çalıştı. Ancak Changbin'in bağırışı bile onu duymam için yeterli değildi. Han bana döndü ve Changbin'in sözlerini bana teker teker iletti.
"Sesin seni rahatsız edip etmediğini soruyor. Başka bir yere de gidebiliriz."
Changbin iyi bir gözlemciydi, suratımdaki bıkkın ifadeden buradan nefret ettiğimi kolayca anlamış olmalıydı. Başımı iki yana sallarken gülümsemeye bile çalışmadım. "Hayır. Burası iyi." diye bağırdım. Sanırım Changbin'den bile daha yüksek sesle bağırmıştım çünkü beni duymuş ve eliyle tik yapmıştı. Han tezgahın altından elini bacağımın üstüne koydu ve bastırdı. "Emin misin?" diye sordu kulağıma doğru. Başımı sallayarak onayladığımda gülümsedi ancak elini çekmedi. O sırada barista ile flört etmeye çalışan iki kadın saçlarını savurduğunda suratıma çarptı. Onlara sövmek istedim ama benim yerime bu işi barista halletmişti. Onları görmezden gelmiş ve sadece işini yapmıştı. Kadınlar dik durmaya devam ederek uzaklaştığında barista bana baktı. Kedi gibi gözleri ve geniş omuzları olan uzun bir adamdı. Saçları Felix'in ki gibi ensesine uzanıyordu ancak fazla parlak olmayan bir kırmızıydı rengi. Ve biz hala öylece bakışıyorduk. Dalgınlığımı bacağımda dolaşan his bozdu ve Han ellerini yumuşacık dokunuşlarla gezdirirken bir yandan da bir şey olduğu yokmuş gibi Felix'le konuşuyordu. Barista bize doğru geldi ve yüksek müzikte sesini duyurabilmek için bize doğru eğildi.
"Ne getirmemi istersiniz beyler?" diye sordu. Onda bir şeyler var gibi hissediyordum. Olumlu veya olumsuz, bilmiyorum sadece bir şey vardı.
Han bana dönüp sorar gibi bakınca omuz silktim. "Bana farketmez." dedim.
Diğerleri bir şeyler sipariş ederken barista not alıyor ve arada bir durup bana anlam veremediğim bir bakış atıyordu. Ona kaşlarımı çattım. Yakasındaki isimliğe hızlıca bir göz attım. "Hwang" yazıyordu sadece. O gidince sandalyemi Han'a yaklaştırdım ve kulağına doğru konuştum. "Onu tanıyor musun?" dedim.
"Ha? Baristayı mı? Yani pek yakın değiliz ama buraya sık geldimiz için onunla konuşmuşluğum var. Neden?" dedi.
"Bilmiyorum. Sadece garip geldi."
"Unut gitsin." dedi ve tamamen bana dönüp ayağa kalktı ve kollarını boynuma doladı. "Sadece rahatlamaya çalış." dedi kulağıma doğru. Nefesi kulağımı gıdıkladığında ürperdim. Kollarımı beline doladım ve onu kendime çektim. Ellerini ensemdeki saçlarda gezdirdi ve ben hala otururken o eğilip beni öptü. Ellerimi belinden kalçasına doğru indirdim ve ardından bacağını tutup onu kucağıma doğru çektim. Hafifçe sendeledi ve kucağıma düşer gibi oldu.
"Iıığğw!!" diye bağırdı arkadan Felix. Han üstümden kalkmadan başını ona çevirdi ve ona orta parmağını kaldırdı.
Bu tuhaftı.
Açıkçası Han'ı böyle tanımıyordum.
Sevmediğimden değil. Sadece tuhaftı. Felix'in küfür etmesi gibi. Pamuk şeker gibi adam küfredince garip oluyordu haliyle. Bu da öyleydi işte. Sakin, güler yüzlü ve az biraz utangaç birisinin toplum içinde aniden orta parmağını işaret etmesi falan işte...
Bacaklarımın arasına, oturduğum tabureye tek dizini yaslamıştı ve dizini aniden bana bastırınca yerimden sıçrar gibi irkildim. Han bunu da yapmazdı. Sanırım...
Oysaki içkiler bile gelmemişti.
O sırada barista gelmiş ve tek seferde elinde tuttuğu dört bardağı önümüze koymuştu. Han hala kucağımdayken o çocukla bir kez daha göz göze geldik.
Ciddi soruyorum. Bunun derdi ne?
Han yaylana yaylana kucağımdan inip sandalyesine oturdu ve bir bardağı bana uzatıp birini kendisi aldı.
Önden ısınmak için içki içip mi gelmişti yoksa gerçekten onu doğru düzgün tanımıyor muydum?
İkisi de olabilirdi.
Aslında onu tanıyordum. Adı üstünde psikopat herif bu adamdan her şey çıkardı. Sadece alışmam lazım.

En Dipte Olmak | Minsung ✓Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon