Son Söz

18 5 7
                                    

"Şuanda onunla görüşemezsiniz." dedi gardiyan sert bir sesle. "Kendisi bir kuralı ihlal etti, şuanda hücrede. Hücredeki hiçbir mahkum için ziyaretçi kabul edilmez."
Bir an için afalladım. Buraya gelmek için dört farklı otobüse binmiş ve uzun bir süre yürümüştüm. Bu ceza evi şehrin epey bir dışında kalıyordu. Ulaşım zordu. Hele arabanızı arkadaşınıza kısa bir süreliğine verdiğiniz için yürüyerek gelmek zorunda kaldığınızda.
"Bu seferlik bir şey yapamaz mısınız?" diye sordum çaresizce.
"Üzgünüm."
İç çektim ve pes ettim. "O halde ona geldiğimi söyler misiniz? Adım Han Jisung, adımı söyleseniz o bile yeter."
"Hücredeki bir mahkuma dışarıdan bir bilgi aktarmak yasaklıdır. Bir ay sonra gelin, eğer bir kez daha kural ihlali yapamazsa onu normal bir zaman dilimindeyken yakalayabilirsiniz."
"Bir ay mı?"
Gardiyan başını onaylar gibi salladı. Bir ay boyunca Minho'yu küçücük bir odaya mı tıkmışlardı yani? Bu canice bir şeydi.
"Neden?" diye sordum.
"Bir gardiyana saldırdı ve burnunu kırana kadar onu dövdü. Cezayı az bile verdiler." dedi düz bir ifadeyle.
Kaşlarımı çattım. Minho gerçekten değişmiş miydi? O birisine zarar verecek birisi değildi. Onun zarar verdiği tek şey kendisiydi. Ama şimdi o değişmiş gibiydi.
"Ona geldiğimi söyleyin lütfen." dedim bir kez daha şansımı denemek için.
"Bu sefer için üslerime soracağım. Ancak o zaman ona geldiğinizi iletebilirim."
"Çok teşekkür ederim."

O gün Minho'yu görmeden eve geri döndüm ve gece olduğundan uyumak yerine onu düşündüm. İyi mi bilmiyordum ve bu beni deli ediyordu.
O gardiyana saldırmasının nedenini deliler gibi merak ediyor ve bununla ilgili zihnimde senaryolar kuruyordum.
Bu sorularıma gerçek birer yanıtı ise ancak bir ay sonra onu görmeye gittiğimde alabildim.

"Gardiyana ne diye saldırdın?" diye sordum. Bana dik dik baktı. Orurduğu yerde kıpırdanınca sandalyesi gıcırdadı.
"Nereden biliyorsun ki?" dedi.
"Geçen ay ziyaretine geldim, hücrede olduğunu söylediler. Ziyaretçi yasakmış."
"Hay şunların yasaklarına ya.." diye mırıldandı. Ellerimi masanın üzerine koydum, öyle bir amacım olmasa bile elimi tutmasını umdum. "Neden kavga çıkardın?" diye sordum tekrar.
"Benim koğuşta bir herif var, kavgayı o başlattı. Herifle arkadaş olunca dolayısıyla bir yardım ettim ama iş uzadı."
O değişmişti. Kesinlikle değişmişti.
Konuşması bile kulağa farklı geliyordu, Minho gibi değildi.
"Ah, anladım.." diye mırıldandım.
Masanın altındaki ellerini kaldırdığında zincirlerin birbirine çarpma sesi duyuldu ve Minho'nun ellerindeki kelepçeler onun ellerini masaya, ellerimin yanına, koymasını engelledi. Zincirleri çekiştirdi
"Ah, siktir ha."
Arkadaki iki gardiyanın silahlarına iyice tutunduğunu görebiliyordum. Ondan korkuyor gibi bir halleri vardı sanki.
Minho sinirle solurken dönüp arkasındaki gardiyanlara baktı. "Az bi' salın beni de doğru dürüst görüşeyim." onu duymaları için sesini yükseltmesi gerekmişti.
Gardiyanlarsa yine de onu duymazdan geldi ve seslerini çıkarmadılar. Minho burnundan soludu ve bana döndü. Ellerimi masadan çektim.

"Han, senden bir şey istesem yapar mısın?" dedi. Gözleri hafiften endişeli görünüyordu.
"Elimden gelen bir şeyse neden olmasın."
Kıprıdandı ve boğazını temizleyip sandalyesinde öne doğru eğilip bana yaklaştı. "Bu kulağa saçma gelecek ama...bana kesici bir alet lazım."
Alay eder gibi güldüm. "Beklediğim istek bu değildi.. Eee..hayır. Sana kendine yaralar açman için kesici bir şey getirmeyeceğim." dedim net bir şekilde.
"Han, beni anladığını düşünmüyorum. Bu sandığından daha ciddi. Bu bir...bağımlılık gibi. Uyuşturucu bağımlılığı gibi.. benim için bir ihtiyaç. Anladın mı? O şeyleri yapmadan ben...bilmiyorum ama ben böyle iyi değilim. İyi hissetmiyorum, Han. Sadece senden bir yardım istiyorum." dedi. Bakışları öylesine yalvarıyordu ki bana, bir an için benden istediği şeyi unutup kabul edesim geldi.
"Kendine zarar vermen seni iyi mi hissettiriyor? Yapma, Minho. Bu saçma yöntemin hiçbir koşulda işe yaramadığını benden iyi biliyorsun." dedim ona. "Sen sadece acını hafiflettiğini sanıyorsun ama aksine arttırıyorsun. Bunu çok kez konuştuk ve anlaştık sanıyordum."
"Üzerinden uzun zaman geçti. Ve şimdi buradayım. Sen de oradasın. Seni istediğim zaman göremiyorum. İnan bana saçma gelse bile beni iyileştiren şey sensin."
"Bu lafları bir dizide falan mı gördün?" diye sordum ona.
Güldü. "Hayır be, ben ciddiyim."
"Sen söyleyince gerçekçi gelmiyor da."
"Ben her zaman sana güzel laflar ediyorum ya. Nesi gerçekçi değil?"
"Öyle işte." dedim sırıtarak.
"Ben çok romantiğim bir kere."
Alay eder gibi sırıttım. "Evet, tabi, tabii. Öylesin."
Kaslarını çatı ve durdu. "Konuyu değiştirmekte uzman olduğunu neredeyse unutuyordum. Neredeyse."
"Ahh.. sana kesici bir şey getirmeyeceğim. İstesem bile getiremem. Konu kapandı. Öyle değil mi?"
"İnatçı olan sen değil benim. İnat etme de bir alet getir bana."
Omuz silktim ve bir şey demedim. Ona kendi ellerimle bir bıçak vermemi istemesi bile saçmalıktı. Kabul edilmesi imkansız bir şey istiyordu.
"Minho, yapma. Zamanla alışacaksın."
Omuzları düştü ve bakışları bana pes ettiğini söyledi.

Benim canımı yakan şeyse kendine zarar vermeye muhtaç hissetmesiydi. Bir insan asla böyle hissedecek kadar parçalanmamalıydı. Minho ise bir kum tanesi kadar küçük parçalara ayrılmıştı. Kalbine kadar acımadan kırmışlardı onu. İnsanlar acımasızdı. Bir insanı öldürmekten beter ediyor, onu ölüm için yalvarana kadar kırıyorlardı. Tamir edilemez hale gelene ve artık umudunu yitirene kadar. Umudun ne olduğunu unutana kadar parçalamaya devam ediyorlardı. En sonunda kalanlar ise darmadağın olup ölümün onu almasını bekler hale geliyordu. Bir insan ölüm için yalvarmamalıydı. Bir insan bu hale gelmemeliydi.

Saatin tik takları sessizlikte kolayca duyulabiliyordu. Sessizliği bozdum ve "Alıştın mı buraya?" dedim süremizin az kaldığını anlayınca.
Eski günlerdeki o aşık olduğum bakışını gördüm gözlerinde.
"Alışmak istemiyorum." dedi. "Peki sen alıştın mı benim birisini öldürdüğüm gerçeğine?"
Başımı iki yana salladım. "Alışmak istemiyorum." dedim onu tekrarlayarak.
Zorlukla yutkundu. "Üzgünüm."
"Ben de öyle." dedim.
"Üzülmeni istemiyorum."
"Biliyorum." dedim hafifçe gülüp. O da gülümsedi. Ama hızlıca bu gülüşü de yok oldu. "Telefonda söylediklerin var ya.."
Bakışlarımı engel olamadan kaçırdım.
"Ciddi miydin?"
"Hangisinde?"
"Hepsinde."
"Hayır." tekrar gözlerine baktığım sırada ellerimi yine masaya koydum. "Sinirlendim. Ve şaşırdım. Ve korktum-"
"Benden mi?" diye sözümü böldü birden.
"Hayır. Senden ayrılmak zorunda kalmaktan korktum. Korkmakta haklıymışım."
Gözleri parıldadı. Ya da sadece gülümsedi. Fark etmezdi, ikisi de harikaydı işte.
Nasıl oluyordu da bir insanın gülüşü beni böylesine rahatlatabiliyordu bilmiyorum ama öylesine huzur buluyordum ki onda, bazen o olmadan hayatımın nasıl olacağına şaşıyordum.
"Seni hala seviyorum, Han." dedi. Nedense bu söz eskiden olduğu kadar tatlı gelmiyordu. Aksine canımı yakıyordu
Gözlerimin yaşardığını hissettim.
"Sevmeyi neden bırakamıyorum, Minho?" dedim. "Unutmak neden böylesine zor?"
"Beni unutmanı istemiyorum, Han." dedi onun sesi de gitgide kısılıyor ve hüzünlü bir şarkı gibi duyuluyordu.
"Lütfen beni hatırla. Bana söz ver. Beni unutmayacağına söz ver."
"Devam etmeliyim." dedim. "Seni hatırladığım sürece yaşamıma devam edemem."
"Yalnızca 20 dakika falan önce her görüşe geleceğim dedin...Han-ah..bana bunu yapamazsın."
"Asıl sen bana bunu yapamazsın Minho! Önce hayatıma girip bana nefes almayı öğrettin, şimdi ise beni derin sularda yalnız başıma bırakıyorsun. Buna hakkın yok."
"Böyle olsun istemedim." dedi gözleri dolduğu sırada.
"Ama oldu. Terk edilen sen değilsin, Minho. Benim. Böyle olacağını biliyordun, yine de yaptın ve işte böyle olduk. Bencilce davrandın."
"Üzgünüm." diye mırıldandı. Ama öylesine öfkeli hissettim ki sözlerinin anlamına dikkat etmedim bile.
"Bu hiç bir şeyi değiştirmez!" diye bağırdım. "Üzgün olman hiçbir şeyi değiştirmez. Ben de böyle olmasını isterdim ama dünya böyle işlemiyor işte. Bunların suçlusu sensin.."
O sırada gardiyanlar yavaş adımlarla masamıza yaklaştı ve Minho'nun ellerini yere sabitleyen zincirleri çıkarıp onu kollarından tuttular.
"Süreniz doldu." dedi Minho'nun sağındaki.
Minho hiçbir şey demezken ben de öylece kaldım. Hiçbir şey demedim. Dudaklarım aralansa bile tek bir ses dahi çıkaramadım. Minho'ya veda dahi etmedim.
Demir parmaklıkların ardında onu benden uzaklaştırdılar. Ve en sonunda bu koca salonda tek başıma kaldım. Sessiz ve boğucu havada nefes almaya zorladım kendimi.

Ona son söylediğim şeyin aslında kendime suçsuz olduğumu hissettirmek için söylediğim bir yalan olması ise beni öldüren şey oldu..
Onun tek suçu onu polise ihbar edecek kadar korkak bir sevgilisinin olmasıydı.

En Dipte Olmak | Minsung ✓Where stories live. Discover now