Neyi Anlatalım?

47 8 0
                                    

Bavullarımı Han'ın Jeep'ine yerleştirmiş, yola koyulmuştuk.
Radyoda çalan tatlı bir kış şarkısı ortamı ısıtırken kendimi hiç olmadığım kadar rahat hissediyordum. Karla kaplanmış yollar temizlenmiş olsa bile hala ıslak ve kaygandı, bu yüzden Han normale göre daha yavaş kullanıyordu arabayı.
Arada sırada ona bakıyor, sanki onu kontrol ediyordum. Aniden kaşları belirsizce çatıldı. "Yıldızlar.." diye mırıldandı.
"Hı?" diye mırıldandım ona karşın.
"Sadece bir anda kafama esti." dedi. Ancak hala kaşları çatılmış, düşünceli bir yüz ifadesi vardı.
"Şarkı için falan mı?" dedim her ne kadar konusunu açmak istemesem bile.
"Yani..." dedi ve arabayı kullanmaya devam ederken başını yana eğdi. Bense onu merakla seyrediyordum yalnızca.
"Dün," dedi ve kısacık bir süre için bana bakıp tekrar yola döndü. "Yıldızlardan mı bahsettin? Ne dedin hatırlamıyorum ama o sözünü beğenmiştim. Neydi o...?"
Yıldızlardan bahsettiğimiz hatırlamıyordum. O kadar ayrıntıyı nasıl hatırlayabilirdim ki?
"Üzgünüm ama en ufak bir fikrim dahi yok." dedim ona. Suratı hüsrana uğrar gibi asıldı.
"O sözü hatırlamam gerekirdi.." diye sızlandı. Ne söylemiştim de bu kadar ilgisini çekmişti en ufak bir fikrim bile yoktu. O an için ne dediğimi hatırlamayı çık istedim ancak gerçekten fazla içmiş olmalıydım ki yıldızları dahi hatırlamıyordum.
"Üzgünüm." diye fısıldadım.
"Harika bir kafiye bulabilirdim." diye hayıflandı ısrarla. Gözlerimi devirdim.
"Unut gitsin!" dedim yüksek sesle.
"Unuttum zaten, sorun da bu!" diye karşılık verdi yüksek sesle.
"Senin şarkılarının benim aptal sözlerime ihtiyacı yok, Hannie."
Ona ikinci kez Hannie diyordum. Bu çok tuhaftı ama samimiymişiz gibi hissettiriyordu. Belki de öyleydik.
"Elbette var!" dedi azarlar gibi. "Kendini küçümsemeyi kes."
İşte yine psikolog moduna girmişti. İşte bundan nefret ediyordum.
"Lanet olası psikologluğu kes artık."
"Psikologluk değil, arkadaşlık bu." dedi üstüne basa basa.

Felix'in bana verdiği anahtarla kapıyı açtım. Kapının açılmasıyla birlikte Han'ın da, benim de ilk gördüğümüz şey onlar oldu. Changbin ve Felix. Changbin'in birkaç saniye öncesine kadar Felix'in üzerinde olduğuna yemin edebilirdim. İkisininde saçları karman çormandı ve Felix'in yanakları pembeleşmişti. Felix'in üzerindeki pijama gömleğinin düğmelerinden bazıları açıktı. Şimdi ise Changbin Felix'ten en uzak olan koltuğa oturmuş bize "her şey çok normal" bakışıyla bakıyordu.
"Bana ne zaman anlatacaksınız merak ediyorum gerçekten." dedi Han sakin ve sıradan bir şekilde. Bense durmuş, sırıtarak ikisine bakıyordum.
"Neyi anlatalım?" dedi Felix. Sesi kesik kesik ve kalın geliyordu.
Bavulları içeri taşırken hala sırıtıyordum. Neden bilmiyorum ama bu ikisinin birlikte olması beni aşırı sevindiriyordu. Bavulları hallettikten sonra Felix'in yanına oturdum. Yüzü gerçekten de kızarmıştı.
"Ne?!" dedi ona uzun uzun bakışıma karşılık olarak.
"Hiç." dedim uzatarak. "Sanki biraz sıcak basmış sana. Hava buz gibi olmasaydı camı açardım ama..."
"Siktir git." dedi kaşlarını çatıp. Sinirliyken bile tatlı olan minik civcive sıkça sarıldım. "Sorun yok, Yongbok-ah. Sorun yok."
Han üstünü değiştirmiş bir şekilde geldi ve Changbin'in yanına oturdu. -Anlaşılan burada yedek kıyafeti vardı-
"Anlatın haydi. Zaten açıkça belli." dedi ve kolunu Changbin'in omzuna attı.
"Yongbok?" Changbin Felix'e anlamlı bir bakış attı.
"Ne?" dedi Felix. "Ben mi anlatacağım?"
"Kim anlatıyorsa anlatsın artık!" dedim heyecanla yerimde kıpırdanıp kucağıma aldığım yastığa sarılarak. Onların hikayesini dinlemek için tamamen hazırdım. Felix derin bir nefes aldı.
"Tamam. Ben anlatıyorum." dedi teslim olur gibi.

En Dipte Olmak | Minsung ✓Où les histoires vivent. Découvrez maintenant