Eww İğrenç

64 11 0
                                    

Han ve ben, Felix ve Changbin'den önce geldiğimiz için arabada onları bekliyorduk.
"Gerçekten bu evi tutacak mısın?" dedi uzun bir sessizliğin ardından konuşan Han. Binaya baktım. Oldukça iyi ve sağlam görünüyordu.
"Evet. Neden tutmayayım ki?"
"Ne bileyim..." diye mırıldandı.
"Neden burada kalmamı istemiyorsun?" dedim. Aslında haklılık payı vardı. Eğer bu evde yaşamaya başlarsam ister istemez onların grubuna dahil olacaktım, ve belli ki bu durum Han'ın hoşuna gitmiyordu.
"Sadece garip geliyor. Karar senin sonuçta. Buna ben karışamam." dedi. Derin bir nefes verince bana döndü.
"Burada kalman beni rahatsız etmez. Sadece garip geliyor o kadar. Nasıl olsa sen benim müşteri-"
"Klinikten ayrılacağını sana söyledim." diye araya girdim ve ona döndüm. "Hiç o kliniğe gelmemişim gibi düşün."
Dudakları aralandı, ancak sözcükler çıkmadı.
"Bir şans daha vereceğini sanıyordum." dedi en sonunda.
"Sorun sende falan değil, biliyorsun değil mi?"
Sorun kesinlikle ondaydı.
"Genel olarak bu saçmalığa son vermek daha iyi olur diye düşünüyorum." diye ekledim. Gözlerini kırpıştırırken dudaklarını birbirine bastırdı.
"Bir şans daha vermeni kendim için istemedim. Bana bir şans ver derken psikologlara bir şans daha ver demek istedim. Sorun ben değilim, sorun senin kabullenmek istememen." sesi gitgide yükseliyordu.
"Ortada kabullenilecek bir şey yok." diye karşı çıktım. Kaşlarını kaldırdı, sorar gibi baktı bana.
"Kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin?" dedi. Sesi fısıldar gibi sessiz ve sakindi.
"Beni tanıyormuş gibi davranmayı ne zaman bırakacaksın?" dedim sorusuna karşılık. Arabanın yanına park edilen motoru görünce arabadan indim ve kapıyı kapatmadan önce eğilip "Geliyor musun?" diye sordum Han'a. Changbin Felix'in kafasındaki kaskı çıkartmasına yardım ederken yanlarına gittim ve sadece seyrettim. Changbin bana kocaman açılmış gözlerle baktı ve ardından yanımda duran Han'a baktı.
"Neler oluyor?" diye sordu kaskı kolunun altına alarak. Han bana sorar gibi baktığı sırada ben de aynı bakışla ona bakıyordum.
"Bir şey olduğu yok." dedi Han.
Felix karışık saçlarını düzeltirken, "Ortamda bir gerginlik sezdim." dedi kalın bir sesle. Han'ın bir şey demesini beklerken ona döndüm.
Gerici bir sessizlik vardı ortamda.
"Ee, eve çıkmıyor muyuz?" diye sordum yüksek sesle. Uzun sessizliği bölen yüksek sesim Han'ı yerinden sıçrattı.
"Doğru. Hadi gidelim." dedi Felix, anahtarlarını çıkarırken önden ilerledi.

Asansör 14. Katta durdu ve kapılar açıldı. Düşündüğümden daha yüksekti. Felix kendi dairesine ilerlerken bir şarkı mırıldanıyordu, Changbin ise bazı yerlerde bu sakin şarkıya eşlik ediyordu. En arkada Han ve ben vardık, aramızdaki soğukluğu bir rüzgârmış gibi hissedebiliyordum. Tüylerim diken diken olmuştu. Felix 42 numaralı dairenin şifresini girdi ve açılan kapıdan ilk o içeri girdi.
Herkes içeriye girerken kenarda bekledi ve en son giren kişinin -benim- arkamdan kapıyı kapadı.
"İstediğiniz yere oturun." dedi montunu çıkarıp ahşap askılıklara asarken. Changbin ve Han daha önce geldiklerini belli eden bir rahatlıkla kendilerini krem rengi rahat koltuklara bıraktılar. İkisi de aynı anda oturdukları bu koltukta rahatlayarak nefeslerini verdiler. Ben ayakta dikilirken arkamdan gelen Felix kolunu omzuma attı.
"İstediğiniz yere oturun derken seni de kastettim. Rahat ol." dedi ve omzuma iki kez hafifçe vurdu. Han ve Changbin'in karşısındaki ikili kanepeye otururken siyah duvarlardaki tablolara baktım. Üzerinde 3RACHA yazan tabloların yanı sıra Changbin, Han ve tanımadığım bir kişinin fotoğrafını gördüm.
"Kahve ister misiniz?" diye sordu Felix, salonla bağlantılı olan mutfağa gitti ve tezgahın etrafından dolanıp dört bardak çıkardı.
"Gerek yo-" diye mırıldandığım sırada Changbin bağırdı.
"Şekersiz olsun lütfen! Teşekkürler!"
"Bana fark etmez." dedi Han normal bir ses tonuyla. Felix dönüp bana baktı.
"Bana da fark etmez." dedim.
Felix samimi bir gülümsemeyle bana baktıktan sonra önüne döndü ve kahveleri yapmaya başladı.
Changbin kollarını koltuğun iki yanına koydu. "Ee, evi sevdin mi?" dedi.
Yüksek tavanına baktım. Salon yeterince ışık görüyordu ve anladığım kadarıyla burası dışında dört oda daha vardı.
"Gayet iyi görünüyor." dedim. Felix yanımıza geldi, "Han, neden ona odaları gezdirmiyorsun?" dedi.
"Ben mi?" diye sordu Han.
"Sizin için kahve yapıyorum." dedi Felix gözlerini kırparak.
"Sen değil, makine yapıyor." diye itiraz etti eliyle kahve makinesini işaret ederek.
"Yani?"
Han ayağa kalkınca ben de tereddüt etsem bile peşinden gittim. Han bir odanın kapı kulpunu tuttuğu sırada dönp baktı. "Ona stüdyoyu göstermem sorun olmaz değil mi?" dedi.
Changbin, "Neden sorun olsun ki?" diye yanıtladı.
Han kapıyı açıp önce benim girmem için yer verdi. "Burası bizim şarkıları yaptığımız yer. Felix'in eski ev arkadaşı, yani bizim liderimiz bu evde kaldığı için stüdyo burada, geri alma şansımız yok. Changbin ve ben bazı günler gelip burada takılırız, rahatsızlık vermeyiz." dedikten sonra bana bakıp gülümsedi.
Küçük odaya baktım. Turuncu duvarlar ses yalıtımı için yumuşak bir şeylerle kaplanmıştı ve kocaman bir bilgisayar vardı, bir de koltuk vardı tabii.
"Hımm," diye mırıldandım sadece.
"Tamam." Han odadan çıkarken peşinden gittim ve açtığı diğer kapıdan başımı uzatıp baktım.
"Burası lavabo." diye tanıttı kısaca ve hemen diğer odaya geçti. Kapıyı yavaşça açarken "Ve burasıda..." kapıyı ağzına kadar açtı. "... Senin olacak oda."
Duvarları led ışıklarla kaplı odaya girerken Felix bir anda öksürdü.
"Şey, yan oda." dedi öksürüklerinin arasından.
"Pardon. Burası Felix'in." diye düzeltti Han sessizce gülerek.
"Ne zamandan beri Chan'ın odasında kalıyorsun?" diye sorduğunu duydum Changbin'in. Han diğer kapıyı açmadan önce Felix'e bir bakış attı.
"Burası seni olacak odan." dedi Han vurgulayarak. Kocaman bir televizyon ve son model bir oyun bilgisayarı vardı. Diğer odanın aksine küçük bir yatak ve daha canlı renklerle dolu bir odaydı.
"Güzel." dedim sadece.
Han'ın omuzlar düştü ve yüzündeki gülüş silindi, bana doğru bir adım yaklaştı.
"Chan hyung, yani bizim eski liderimiz beş ay önce intihar etti. Felix bu konuda hala çok hassas ve şimdi onun odasını başkasına vermek istemiyor sanırım. Seni tanıdıkça rahatlar ve istediğin odada kalırsın." diye fısıldadı kulağıma. Sıcak nefesini tenimde hissetmek, vücudumdaki tüm kasların gerilmesine neden olmuştu.
"Sorun değil, bana hiç fark etmez." dedim. Elini havada savurdu. "Bahse varım Felix yalnızca iki ay sonra eski odasına dönmek ister."
"Sizi duyuyorum." dedi Felix yüksek sesle konuşarak. Han eliyle Changbin'i işaret etti. "Değil mi ama?"
Changbin elini Felix'in omzuna koydu. "Üzgünüm ama Han haklı. Hatta bilgisayarını taşırken zarar gelir diye hiç taşınmazsın bile."
Felix doldurduğu dört bardağı da yek seferde getirirken konuyu değiştirdi.
"Kahvenizi için sadece."
"Teşekkürler, Yongbok-ah." dedi Changbin kahvesini alırken.
Han kolunu omzuma attı ve benimle birlikte en son oturduğum ikili koltuğa oturdu. İkili koltuk için fazla küçük olan bu koltukta otururken bacaklarımız birbirine değiyordu. Ona dönüp sorar gibi bakınca suratıma yaklaşıp bir kez daha kulağıma fısıldadı.
"Changbin ve Felix yan yana otursun diye." Kulağımdaki sıcak nefesi bu sefer başımı yana büküp büzülmeme neden oldu. Changbin yarım bir sırıtışla ikimize baktı. Felix elindeki kahveyle Changbin'in yanına oturunca Han zafer kazanmış gibi gülümsedi.
"Cidden kustunuz mu?" dedi Han.
"He?" diye mırıldandı Changbin.
"Yolda giderken durduğunuzu gördük, bir terslik falan mı oldu?"
Bu güzel konuyu rahat rahat dinleyebilmek için arkama yaslanacağım sırada hala omzumda duran Han'ın kolu buna izin vermedi.
"Her şey yolunda." dedi Changbin. Felix gözlerini elindeki sıcak kahvesinden ayırmıyordu.
"Hiçbir şey olmadı mı?" diye sordum sehpada duran kahveme uzanırken.
Yine Changbin yanıtladı. "Hayır."
"Felix?" Han bakışlarını Felix'e çevirince Felix yavaşça başını kaldırdı.
"Hı?"
"Neden du-" Changbin Han'ın sözünü bağırarak kesti.
"Bizi niye sorguya çekiyorsunuz be!"
"Çünkü bir şeyler döndüğünü ben bile anlayabiliyorum." dedim ona.
"Asıl siz söyleyin." dedi Changbin. "Sizin olayınız ne?"
Kaşlarımı çattım ve Han'a döndüm. O da aynı şeyi yapmıştı. Bu küçücük koltukta otururken suratlarımız birbirine çok yakındı. İkimiz de aynı anda konuştuk.
"Eww, iğrenç."
"Eww, iğrenç."
Felix Changbin'e şaşkın bir bakış attı. "Onlar ne alaka ki şimdi?"
"Görmüyor musun?" dedi bizi işaret ederek. "Aşırı yakınlar, bir şeyler fısıldaşıyorlar ve Minho sürekli kaskatı oluyor." Han tekrar bana baktı.
"Ne!?" diye çıkıştım yüksek bir sesle.
"Evet! Baksana çok yakınlar." oturduğumuz yeri gösterince Han da, ben de aynı anda ayağa kalkıp birbirimizden uzaklaştık.
"O benim klinikten tanıdığım bir." diye açıkladı Han.
"Siz çıkıyor musunuz şimdi?" diye sordu Felix. Ben ve Han "Hayır!" diye bağırırken Changbin "Evet!" diye bağırdı. Changbin ayağa kalktı ve yanıma gelip bileğimi tuttu. "O zaman şu saati tak, nabzını ölçelim."
Bileğimi ondan kurtarıp geri çekildim. "Neden ben?"
Changbin kolundaki saatten bir şeyler ayarladıktan sonra onu kendi bileğinden çıkardı. "Bu senin için neden bir sorun olsun ki? Nasıl olsa onu sevmiyorsun." dedi imalı imalı.
"Sevmiyorum." diye onayladım onu. O sırada Felix heyecanlı bir gülümsemeyle bizi seyrediyordu.
"O zaman tak hadi."
"Neden Han takmıyor?" diye sordum ona.
"Ben ne alaka be?" dedi Han.
"Ne alaka mı?" diye çıkıştım ona.
"Tak artık şu saati." diye bağırdı arkadan Felix.
"Hayır." dedim ısrarla. Neden bunu istemiyordum bilmiyorum, sonuçta onu sevmiyordum.
"Ya normal yaşamda kalbim hızlı atıyorsa ne olacak?" dedim.
"O zaman Han elini tutsun." diye fikir önerisinde bulundu Felix.
"El ele tutuşmak mı?" dedi Changbin. "Bu kadar mı?"
"Peki bu saate neden güveneyim ki?" dedim saati işaret edip.
Changbin aldatılmış gibi şaşkın bir ifadeye büründü ve eliyle saatini korudu.
"Çünkü bu Galaxy." dedi.
"Dur bir dakika." dedim onların arasına girip. "Biz en son seni ve seni konuşuyorduk." Felix'i ve Changbin'i işaret ettim. "Konuyu değiştirmek için bizi kullanamazsın." Han yanıma geldi. "O haklı. Asıl sizin olayınız ne?"
Felix Changbin'e baktı ancak bu sefer Changbin'in söyleyecek bir şeyi yoktu.
"Asıl siz konuyu değişiyorsunız!" dedi Felix. "Onlar sevgililer."
"Evet, bencede." diye katıldı Changbin.
Elimle alnıma vurdum. "Neden öpüştüğünüzü itiraf etmiyorsunuz?" dedi Han. Felix ve Changbin, birbirine baktı ve aynı anda konuştular.
"Eww, iğrenç."
"Eww." Changbin'e baktı. "İğrenç." diye ekledi gecikse bile.

Kısa bir süre sonra onları konuşturmuştuk. Han ve ben yanılmıştık. Sadece Felix'in saçları kaskına takılmış ve onu kurtarmak için durmuşlardı. En azından böyle anlattılar.

En Dipte Olmak | Minsung ✓Where stories live. Discover now