Tamam O Halde...

42 10 0
                                    

Felix evden çıkmadan bir saat önce Han gelmiş ve stüdyoya geçmişti. Ve şimdiyse Felix gitmiş biz yalnız kalmıştık. Ancak o Felix evden henüz yeni çıktığı için odamda tek başıma dikiliyordum. Acaba ben mi gitmeliydim?
İki dakika bekledim ve odamdan çıktım. Tam o sırada benimle birlikte stüdyodan çıkan Han beni fark edince gülümsedi. Elbette ben de ona gülümsedim.
"Selam." dedim.
"Selam."
İkimizde aptal aptal birbirimize bakmayı kesince ona yaklaştım ve bir elini tuttum. Sıcacık eli tenimle buluştuğunda tüm kanım alev almış gibiydi.
"Nasıl bir şarkı yapıyorsun?" dedim.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve hafifçe mırıldandı. "Biraz saçma gelebilir ama aşk şarkısı yazmakta iyiyim." dedi.
"Neden saçma gelsin ki?" diye sorarken ona doğru bir adım daha atıp diğer elini de tuttum.
"Bilmem. Bana hep saçma gelmişti. Daha önce hiç aşık olmadım ve buna rağmen bu konuda iyiyim.."
Gözlerim hiç sözcüğünü duyar duymaz büyümüştü. "Hiç mi?"
"Hiç." dedi ve omuz silkti.
"Güzel. O halde ilk ben olacağım." diye mırıldandım sessizce.
Gülerkenki o harika bakışıyla bakıp "Göreceğiz." dedi.
"Göreceksin tabii ki."
Aramızda kala kısacık mesafeyi de küçük bir adımımla kapattım ve onu iyice kendime çektim. "Bu çok tuhaf." dedim gözlerine bakarak.
"Ne? Tuhaf olan ne?"
"Birkaç ay öncesine kadar senden nefret ederken şimdi bu kadar çok sevmem."
Kaşlarını çatıp sinsi sinsi güldü. "Büyü yaptım."
"Ha?"
"Sana büyü yaptım. Aşk büyüsü. Ondandır." dedi.
"Ah-ha." başımı sallayarak onu onaylayıp güldüm.
"Ancak merak etme, kalıcı değil." dedi. "Yakında geçer." suratındaki gülüş gitgide buruklaşırken ellerini sıktım.
"O halde büyü etkisinde değilim. Yakında görürsün." Bir elimi yanağına dayayıp onu dudaklarından öptüm. Dudaklarının tatlı, balımsı tadına baktım. Geri çekildiğimde gözlerini kocaman açmıştı.
"Tamam. Buna alışmam biraz zaman alabilir."
"Pratik yaptıkça alışırsın." dediğimde gözleri daha da büyüdü ve dudaklarının köşeleri yukarıya doğru kıvrılırken güldü.
"Mantıklı."
"Tabi ki de öyle. Başka nasıl çalışabilirsin ki?"
Başını yana eğip iç çekti. "O halde sen bol bol pratik yapmışsın."
Pratik?
Hayır.
Bunlar ne pratikti ne de öpüşme.
Gözümün önünde beliren o berbat anlar aklıma geldikçe kusmak istiyordum. Bağırmak ve kırıp parçalamak istiyordum. O anılara sahip olmamak için her şeyi yapalirdim. Ancak bazen siz her şeyi yapmaya razı olduğunuzda yapabileceğiniz hiçbir şey olmaz. Ben o anılara mahkumdum. Onlarla birlikte karanlık bir mahzende kilitli kalmıştım ve bu mahzenden kurtulmanın tek yolu ölümdü. Ölmek ise pes etmekti. Oyunu kaybetmekti. Ve inatçılığın iyi r yönü varsa o da tam olarak buydu; ben asla pes etmezdim. Ne olursa olsun. Acı çeksem bile sonuna kadar gitmek için çabalardım. Daha kötü olacaksa her şey yinede giderdim en sonuna kadar. Çünkü ben zaten en kötü haldeydim. Daha kötüsü olamazdı. Daha fazla acı çekemezdim. Buna kimsenin gücü yetmezdi, kimse beni şuanda olduğumdan çok yaralayamazdı.

"Yanlış bir şey mi söyledim. Üzgünüm, sadece şakaydı ve ciddi değildi..."
Gülümsedim ve sözünü kestim. "Bir şey olduğu yok. Dalıp gitmişim."
"Ah. Peki." Sözlerime inanmadığı suratındaki endişe dolu ifadeden rahatlıkla okunuyordu. Suratı düşmüştü ve gözleri o psikolog bakışına bürünmüştü; üzgün, endişeli ve anlayışlı bakışlara bürünmüştü.
"Yine de üzgünüm." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Hiçbir şey olduğu yok. Neden üzülüyorsun ki?" ona kocaman gülümsediğimde yarım olsa bile gülümsedi. Ellerimi onun beline dolayıp onu dudaklarından öptüm. Sadece dudaklarımı dudaklarına bastırdım ve fazla uzatmadan geri çekildim. Geçmişte olan olayları anımsamak kusma isteği uyandırmıştı. Her ne kadar o dudaklara bayılıyor olsam bile şu anda gerçekten iyi hissetyordum.

Ben kanepede oturmuştum, o ise başını dizlerime koymuştu. Bir elim yumuşak saçlarında, bir elim ellerindeydi. Bana bakarken hayatında gördüğü en harika şeymişim gibi bakiyordu bana.
Huzur dolu tatlı sessizliği bozarken fısıldadım. "Han-ah," dedim ona.
"Hım?"
"Hani bir keresinde telefonda konuşmuştuk ya.. hatırlıyor musun?" dedim. Bir süre boş boş baktıktan sonra neyden bahsedeceğim anladı ve gülüşü bir saniye için ortalıktan yok oldu. Gülüşünü korumayı başardı ve başını onaylarcasına salladı.
"Neyden bahsettiğimiz biliyorsun." dedim. "Uzatmayacağım. Sadece soruyorum, orada ne oldu? Yanına gelen kimdi ve ne oldu?"
O gün telefonda konuşurken bir ses duyulmuş ve ardından birisi gelip aniden telefon kapanmıştı. Orada ne olmuştu ona şu ana kadar hiç sormamıştım.
Derin bir nefes alıp başını dizlerimden kaldırdı ve yerinde doğrulup oturur pozisyona geldi. Sırtı hala bana dönükken suratıma bakmayı reddeder gibi suratıma bakmadan konuştu.
"Sen hiçbir şey anlatmazken neden benden bir şeyler öğrenmeyi bekliyorsun?" dedi sert bir sesle. "Sana söylemek istemediğimden değil, sadece senin de anlatmanı istiyorum. Ne yaşadın bilmiyorum ama benimki de pek iç açıcı değil ve anlatmayı sevmiyorum."
Yani kesinlikle bir şeyler olmuştu.
"Birisi sana zarar mı verdi?"
"Sana anlatmayacağım, Minho. En azından sen anlatana kadar." dedi kesin bir şekilde.
Hayır.
Üzgünüm ama olmaz. Olanları bırak dike getirmeyi, zihnimden geçirmek bile beni de ediyordu.
San beni uyarmak ister gibi kolumdaki yara sızladı. Bu acıyı görmezden gelmeyi başardım ve Han'ın gözlerinin derinliklerine baktım.
"Peki." dedim. "Anlatma madem istemiyorsun."
Derin bir iç çekip bana yaklaştı ve elimi tuttu. "Anlatmak acı verir biliyorum, acı çekmek tabiki de istemiyorum ama sana anlatmayı isterdim."
"O halde anlat."
"Ben anlatırsam anlatacak mısın?" dedi.
"Bak!" dedim. "Gördün mü? Anlatmak istemiyorsun. Çünkü benim anlatmayacağımı biliyorsun."
"Anlatmanı istiyorum." dedi. "Seni daha yakından tanımam lazım, tamam mı? Senin de beni. Geçmişte yaşananları bilmeden seni asla doğru tanıyamam."
İşte Psikolog konuşması başlamak üzereydi. "Lütfen..." diye başladım ama sözümü böldü.
"Hayır. " dedi ciddi bir sesle. "Minho, ben.. gerçekten seni seviyorum ama birbirimiz tanımadan bu olmaz anladın mı? Arkadaşlık için geçmişe gerek yok, geleceğe odaklanırsın ama aşk farklı..." dudaklarını birbirine bastırmasından anladığım kadarıyla aşk sözcüğünü kullandığuna pişmandı. Henüz yeni çıkmaya başlamıştık, belki biraz erkendi ama ona aşık olduğumu veya olacağımı biliyordum.
"Aşk farklı, Minho. Geçmişinden tanır bilirsin onu, geleceğinden seversin. Sadece tanımak yetmez, sadece sevmenin yetmediği gibi. Seni tanımadan sevemem ki."
"Tamam. O halde sevme."

En Dipte Olmak | Minsung ✓Where stories live. Discover now