27. BÖLÜM: PERDELERİN ARKASI

178 16 153
                                    

Elimin içini kapıya sertçe vurdum ve bir adım geri çekildim

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Elimin içini kapıya sertçe vurdum ve bir adım geri çekildim. Sokak lambasının ışığında kan oturmuş olan tırnaklarıma bakıp bir kez daha yüzümü buruşturdum. Soğuk havada parmak boğumlarım adeta buzdan birer sarkıta dönmeye başlamışken kapının üstündeki kare bölme açıldı; yaşlı bir çift göz göründü. Ağzının içinde "Ne yazık ki, gece yarısından sonra müşteri kabul etmiyoruz..." diye geveledi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Sabırlı biri olmadığımı birçok kez göstermiştim. Ayrıca şu anda soğuktan bir buz kalıbı halini almak üzereydim. Sabır denen illet erdemin bir harfini bile hissedemiyordum.

"Aç şu kapıyı, gerizekalı. Sana her gelişimde yeni bir sürüm yükleyip kendimi tanıtmam mi gerekiyor?" Dişlerimin arasından söylediklerimle kapının diğer tarafındaki adamın gözleri büyüdü. Kare bölmeyi hızlı bir hareketle çat diye kapattı. Birkaç kilit sesinden sonra kapı ardına kadar açıldı. Raskolnikov, kafasını dışarı uzatarak birinin beni görüp görmediğine baktı. "Albora, burada olman çok riskli. Biri seni görebilir." Beni içeri almak yerine hala konuşan adamı göğsünden sertçe ittim ve antikacıya girdim. Ayağımdaki topuklu çizmeler parlak ahşabın üzerinde tok bir ses çıkarırken yeni gelen birkaç eşyaya yüzümü buruşturarak baktım.

Raskolnikov, dışarıdaki sokak lambasının ışığından dolayı beni iyi görememiş olacak ki dudakları ancak aralanıyordu. "A-Albora ne bu halin? Resmen çamurda yuvarlanmış bir domuz gibi kanın içinde yuvarlanmışsın." Olağanüstü bir yavaşlıkla ona döndüm. Parmağımla kendimi gösterip "Sen bana domuz mu dedin?" dedim kelimelerin üstüne bastırarak. Karşımdaki pısırık adamın yüzü korkudan renk değiştirirken olumsuz bir cevap mırıldanmaya çalıştı. Onu arkamda bırakarak dükkandan ayrılan arka tarafa yürüdüm.

Cadıları burada görmeyi beklesem de aradığımı bulamayınca Raskolnikov'a göz ucuyla baktım. Adam minik adımlarla yanıma yaklaşıp tavandan sarkan tüllerin arka tarafındaki bir yeri gösterdi. Anlamsızca ona baktıktan sonra derin bir nefes aldım ve beklemeden oraya ilerledim. Önümdeki mor ve toz pembesi rengindeki tülleri sinirle itekleyerek arkasına geçtim. Görüş açıma giren sarmal merdivenle dudaklarım büzüldü. Buraya her gelişimde yeni bir kısmını keşfediyordum. Raskolnikov'u beklemeden basamakları inmeye başladım. Aşağı yaklaştıkça burnuma dolan tütsü ve tarçınlı çörek kokusu, yeni çekilmiş kahve çekirdeklerine karışıyordu. Dışarıdaki soğuk havanın aksine aşağıya yaklaştıkça sıcaklık artıyor, sanki şöminenin karşısında uyuklarken hissedilen rahatlama hissi insanı sarıyordu.

Merdivenleri bitirip odanın ortasında durdum. Kısaca etrafa göz gezdirdim. Mor, kırmızı, sarı ve siyah renklerinin ağırlıkta olduğu küçük bir oturma alanıydı. İlk bakışta renklerin karışıklığına alışmak zor olsa da zaman geçtikçe gözü yoran tüm detaylar ortadan kalkıyordu. Yerde yine siyah ve kırmızı renklerinde bir Türk halısı vardı. Kadife mor perdeler, çoğunun adını bilmediğim bitkiler, yanan mumlar ve tavandan sarkan, doğal taşlarla süslenmiş büyük avize kendi içinde bir uyum oluşturmuş; burayı tam bir cadı inine çevirmişti.

ALBORA (+18)Where stories live. Discover now