1.2

707 33 16
                                    


🌙

Huzurun olmadığı o apartmandan içeri girdi Zümrüt. Okuldan yeni gelmişti. Onu gene kapının önünde bekleyen Aslanı görünce ofladı. "Gene ne var Aslan? Bizim kapının önünde akşama kadar bekleme gerek yok. Kaç yaşında adamsın işin gücün yok mu?" Aslan artık on dokuz yaşındayken Zümrüt on üç yaşındaydı. Artık bazı şeyleri kabullenmişti. Onu bu hayatta babasından başka seven kimse yoktu. "Benim işim gücüm sensin ve Zümrütüm..." Aslana tip tip baktı Zümrüt şu an babasının ona nerede olduğunu söylediği silahı ile onu vurabilirdi. Ya da Oktayın ona öğrettiği tekniklerle ağzının ortasına çakabilirdi. "Aslan abi, eve gireceğim. Babamın bugün gelmesi lazım dün yarın gelebilirim demişti. Yemek yapacağım." On üç yaşındaki bir çocuğun görevi değildi yemek yapmak ama Zümrüt için klasikleşmiş bir şeydi. Yengesi öyle ya da böyle öğretmişti bunları. "Tamam sen geç eve bak bakalım eksik gidik var mı? Şu güzel saçlarını da topla olur mu?" Zümrüt gene ters ters baktı. "Defolup gidecek misin Aslan abi?" Bıkmış bir durumdaydı Zümrüt. Remziyi dahi Aslana tercih edebilecek durumdaydı. Sevmesini bilmeyen bir adamdı Aslan. Aslan ona tekrardan abi diyen kızla bozulup üst kata doğru ilerledi. Zümrüt ise eve girip babasının en sevdiği yemekleri yapmaya başladı.

Kapı çaldığında yüzündeki gülümseme ile kapıya koştu Zümrüt. Babası geldiğinde çoğu zaman kendi anahtarı ile giriyor olduğunu bilese bile yorgun anlarında kapıyı çalıyordu. "Hoşgeldin babac-" Zümrütün susmasına sebep olan, gülümsemesini solduran şey elinde bir fotoğraf çerçevesi ile duran askerdi. Hemen yanında rütbesinin ne olduğunu o zamanlar bilmediği Albay canını acıtmıştı. "Babam..." Sesi yalnızca apartmanı değil bütün Orduyu inletmişti. "Hayır, babam gitmez." Albayın arkasında duran Cihan ilk defa Komutanından izin almadan bir hareket yaptı. Hala küçücük olan yeğenine sıkıca sarıldı. "Babam gitmedi Cihan amca, nolur bir şey söyle..." Cihan ağzını açamazken Albay ağzını açtı. "Vatan sağ olsun güzel kızım..." Severdi Albay Oktayı. Onun yüzünü güldüren bu kızı tanıyordu. Aynı şekilde Sönmez timi de aynı onun gibi ağlamak istemişti ama susmuşlardı. Askerler ağlamazlardı. "Dün konuştuk, geleceğim dedi Cihan amaca babam sözünde durur. Babam gelsin nolur babamı getir..." Oktay sözünde durmuş, gelmişti. Yalnızca ayakları üzerinde değil. Al bayrağa sarılı tabutunun üzerinde askerlerinin omzunda evine girmişti. "Babam ölmez... Ölmedi değil mi?" Cihan gene ağzını açamamıştı ama elinde babasının fotoğrafını tutan asker konuşmuştu. "Şehitler ölmez." Bu dört yaşındaki Zümrüt için bir umut olabilirdi ama on üç yaşındaki Zümrüt bunun anlamını biliyordu...

Üst kattan aşağı inen Sabri gördüğü Sönmez timi ile ilk defa kalbinin yoklandığını hissetti. Hemen ardındaki oğlu gördüğü bu görüntü ile babasını ardında bırakmış yanından hızla geçmişti. Dizlerinin üzerinde çökmüş Cihan ve Zümrütü gördüğünde anlamıştı. Artık Oktay amcası yoktu. Zümrütü bir daha asla amcasına attığı kahkahaları atmayacaktı. Bunu gözlerindeki yaşlar ile Cihana sarılmış bu kızdan anlaması pek zor değildi. Oktay giderken yalnızca ruhunu değil. Kızının neşesini, umudunu da götürmüştü...

...

Gece daha yeni aydınlanıyorken uyanan Egemen olmuştu. Uyanmasının sebebi gene yanında rüyasında ağlayan kadın olmuştu. Bir insanın canını bu denli yakar mıydı bir başkasının ağlaması? Egemen'in canını yakıyordu. Titrek elleri kadının saçlarına ulaştı. Yapmamalıydı belki ama kendine engel olamadı. "Ege, Ece..." Egemen'in elleri saçlarına değdi. Usulca ellerini gezdirmeye başladı. Yatağın ucunda uyuyan Zümrüt ise yıllar sonra saçlarını seven bu adamın yanına gelmişti. Başı dizinin üzerindeydi. Egemen'in gözünden akan bir damla yaş Zümrütün saçları arasında kayboldu. Egemen Denizoğlu bugün ilk defa göz yaşı dökmüştü. Yüreğini ısıtan bu kadın için...

ESARETİNDEN KURTULUŞحيث تعيش القصص. اكتشف الآن