Until Midnight - 05

703 70 13
                                    

Yapraklar yere savruluyor. Halbuki, yaza girmek üzersiniz. Güçsüz olmalılar. Saçların yüzünün önüne uçuşuyor fakat aldırmıyorsun. Şuanki manzara, gözlerini alamayacağın kadar güzel.

Küçük bir dere, usulca akıp gidiyor ve onun üzerinde, evi, veya her ne diye nitelersen onu diğer tarafa bağlayan, koyu kahverengi ahşap bir köprü var. Oturduğun tarafta, ki olduğun yerde sanki insanların gelip oturması için yerleştirilmiş gibi kocaman kayalar var, kocaman adını bilmediğin ağaçlar var. Tanıdığın tek ağaç, pembe çiçekli kiraz ağacı. Çiçeklerinin çoğu hala üzerinde, ama döküleceğini biliyorsun. Çünkü hiçbir güzellik, sonsuza kadar dayanmaz.

''y/n!''

Kyeonju adını bağırdığında, gerçeklikle tekrar bir araya geliyorsun ve yavaşça ayağa kalkıp eve ilerliyorsun. Dışarıdan gelen taze çimen kokusu eve yayılsın diye açık bırakılan kapıdan giriyorsun ve mutfaktaki Kyeonju'yu görüyorsun. Ocağın üzerindeki kocaman kazanı karıştırıyor.

''Efendim unnie?'' Diyorsun.

''Gel, gel bana yardım et,'' diyor. Kazanın bir ucundan tutuyor ve senin de diğer ucundan tutmanla beraber, kazanı kaldırıyor. İkiniz beraber, kocaman kazanı, odanın öbür tarafındaki toprak bölmeye götürüyorsunuz. Kazanı yere koyup bölmenin kapağını yana itiyor, kazanı içeri koyuyor ve kapağı kapatıyorsun.

''Oh be,'' diyor Kyeonju. Koyu gri saçlarını arkasında topuz olacak şekilde toplamış, ama görünen o ki işler yüzünden saçı iyice dağılmış.

''Gel, saçını toplayayım unnie,'' diyorsun arkasına geçip. Bir şey demiyo ve izin veriyor.

Saçları, her yaşlı insan gibi yumuşacık. Bunun neden böyle olduğunu, küçüklüğünden beri bilmiyorsun. Büyükannelerinin de saçları böyleydi. Onları örmeye bayılırdın. Belki de insan öleceğini anlayınca, içinde kalan son güzelliği de göstermeye başlıyordur, diye düşünüyordun küçükken. Ama sonra, bunun böyle olmadığını anladın.

Kyeonju'nun saçını düzgünce topluyorsun. ''Başka yardım edilecek şey var mı unnie?'' Diye soruyorsun. Başını iki yana sallıyor.

Fakat sen tam dışarı çıkarken, arkandan sesleniyor. ''Efendiler gelmeden pazara gitsen?'' Diyor. Bir süre konuşmadan duruyorsun.

''Ama buranın pazarını bilmiyorum unnie,'' diyorsun.

''Balıkçı Hangyeol'ü bile bilmiyor musun?'' Diyor. ''Pazarın başında tezgahı olanı hani?''

Başını iki yana sallıyorsun.

''Tamam, boşver o zaman,'' diyor ve yerinden kalkıp mutfaktan çıkıyor.

Sende bahçeye çıkıyorsun. Tam bir ay sekiz gündür buradasın. Ama Kyeonju bugüne kadar seni hiç pazara göndermedi. Doğrusu, evden uzaklaştığın en uzak mesafe, yirmi metre kadar. Onu da Seokjin ile beraber, iz bulmayı öğrenmek için yaptın. Her Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi yapıyorsun. Bir kuşun kanadını çırpması kadar hızlı geçti zaman ve saraya gitmene bir elin parmakları kadar zaman kaldı. Garip bir şekilde, korkmuyorsun. Belki de, kendince uzun süredir bu yeraltı işlerinin içinde olduğun içindir. Ne de olsa, saray güvenlidir.

Ah, sarayda bir suikast planı vardı, değil mi?

Güneş, ardında turuncu bir gök bırakarak kaybolduğunda içeri giriyorsun. Efendilerin gelmesine yarım saat kadar olmalı. Her akşam, Güneş kaybolup siyah turuncuyu gökten kovduğu zamanda geliyorlar.

Bu yüzden, çabucak ana salonun içindekileri toparlıyorsun, Efendilerin odalarını düzenliyorsun ve mutfağa girip onları beklemeye koyuluyorsun.

Yaklaşık on beş dakika sonra, hepsi sırayla diğer kapıdan eve giriyorlar. Seslerini duyar duymaz kalkıyor ve ana salona yürüyorsun.

''Kyeonju!'' Diye bağırıyor Taehyung neşeyle. Sesi rahatsız edici.

Sen salona girince Kyeonju da hızla diğer kapıdan içeri giriyor. ''Buyrun Efendim,'' diyor. Herkes o kadar neşeli ki, daha önce hiç böyle bir gürültü kopardıklarını görmedin.

Ama bir dakika. Birisi eksik. Aralarında en iyi anlaştığın, son bir ay içinde sana en yakın olan çocuk, Jimin, burada değil.

''Ne yemek yaptın Kyeonju?'' Diyor Namjoon, yere oturmadan önce. Hepsi silahlarını çıkarıp önlerine koyuyorlar.

Kyeonju göz ucuyla sana bakıyor. ''y/n ile beraber, Isırgan Otu çorbası pişirdik Efendi Namjoon,'' diyor. Namjoon etkilenmiş bir şekilde gülüyor.

''Sonunda yeteneklerini görmemize izin verecek misin y/n?'' Diyor gülerek. Sende gülüyorsun.

Ne zaman yemek yapsan, beğenmezler de seni öldürürler korkusuyla onlara tattırmamıştın. İşinin en büyük kısmı yemekti ve onları etkilemeliydin sonuçta.

''Hepimize getirin,'' diyor Namjoon ve Kyeonju'yla beraber mutfağa gidiyorsun.

''Heyecanlanma,'' diyor Kyeonju gülerek. Ellerin öyle bir titriyor ki!

''Unnie ya beğenmezlerse,'' diyorsun korkuyla.

Kyeonju, huzur veren bakışlarını sana çeviriyor. ''O zaman aptaldırlar,'' diyor fısıldayarak. İkiniz de kıkırdıyorsunuz.

Kaselere doldurduğun çorbayı içeri götürüyor ve hepsine servis ediyorsun.

Bitirene kadar yorum yapmıyorlar, ama beğendikleri yüzlerinden anlaşıylıyor. Kyeonju'yla göz göze gelip duruyorsun. O sana yarım ağızla gülümsüyor, sen de ona. Beğendikleri o kadar belli ki, içinde korku bulutu çoktan uçup gitti.

Neredeyse herkes yemeklerini bitirmişken, Jimin, hızlı ve soluk soluğa bir şekilde odaya giriyor. Kapıyı kapatıyor, sırtını duvara yaslıyor ve yere çöküyor. Gözlerindeki ifade, kötü bir şey olduğunu doğrular nitelikte.

Yutkunuyor.

''Birini öldürdüler,'' diyor.

Namjoon, neredeyse bağırarak, ''Nerede?'' Diye soruyor.

Jimin, neden bilinmez, kısa bir süreliğine sana bakıyor.

''Balıkçı Hangyeol'ün tezgahının önünde.''

Until Midnight | Kim Taehyung Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin