27. Bölüm: İNTİHAR

66.1K 4.2K 1.2K
                                    

Ozan Çekemci - Olsun

İntihar. Bir kelime, yedi harf. Ölümün soğukluğunu aratmayacak, korkutucu bir kelime. Belki de ölümden bile daha korkunç bir kelime.

Ölüm her canlının başına gelecek, kaçınılması imkansız bir gerçeklikti. Ölüm bilinmezlikti ve insanlar bilmedikleri şeylerden kokarlardı. İntihar ise ölüme kucak açmaktı. İntihar, bilmediğin bir şeye gözü kapalı kendini bırakmaktı.

İntihar eden insanın bu dünyadan istediği bir şey kalmamış demektir, intihar eden insan en büyük acıları yaşamış ve daha fazla acı istemeyen insandır. İntihar eden insan yolun sonuna gelmiş demektir, çıkmaza girmiştir.

Ümitlerini ve sevdiklerini kaybetmiş insanlar cesaret edebilirdi buna sadece. İntihar ölümün dostuydu, intihar ölüme isteyerek gitmekti.

Yanımdaki adama baktım, yaralarına bir yara daha eklenen adama. Ne konuşabiliyordu, ne tepki  verebiliyordu. Ben hiç sevdiğim birini kaybetmemiştim, bilemezdim onun hislerini. Onunla empati kuramamanın acizliğini yaşadım.

Yeşil gözlerindeki çöküşü izledim, yeşil gözleri içimi acıttı, ilk defa yeşil gözlerine bakmaya dayanamadım. Demir'e baktım. İfadesizdi, bir evlada annesinin ölüm haberini veren bir adamın ifadesizliğiydi bu.

Oda sessizdi, ev sessizdi, bu ölüm sessizliğiydi.

"Ö-ölmüş mü?" Kekeledi, titredi. Demir kafasını eğdi, Ilgar nefessiz kaldı.

"Bilmiyorum, hastaneden aradılar beni. Telefon rehberinde tek cevap veren numara benmişim." Yalnızlık, evet ancak yalnız bir insan intihar ederdi.  Ilgar tepki veremiyordu, donup kalmıştı sanki. Algılamaya çalışıyordu. 

Birden sendeleyerek ayağa kalktı.

"Beni ona götür." Dedi soğukkanlılıkla. Ilgar odadan hızlı adımlarla çıktı. Bende dolabımı açıp içinden hızlıca bir mont çıkardım. Koşar adımlarla aşağı indim. Kapının yanında duran erkek montlarından bir tane aldım ve hızlıca kapıyı açtım. Ilgar ve Demir çoktan arabaya binmişler ve bahçeden çıkmak üzerelerdi. Arkalarından koşmamla araba durdu. Hemen arka koltuğa geçtim.


Demir arabayı son hız sürerken kimseden ses çıkmıyordu, bakışlarım ön koltukta oturan Ilgar'ın üstündeydi, o çok ifadesizdi. Ne ağlıyordu ne bağırıyordu, sadece tepkisizdi. Boş yolda uzun bir yol gitmiştik. Ardından büyük bir hastanenin önünde durduk.

Arabadan hızlıca indik, hastaneye hızlıca girdik. Demir bir anlığına yanımızdan ayrıldı, biraz ilerimizde bir görevliyle konuşuyordu. Çok geçmeden yanımıza döndü Demir, birlikte ameliyathane yazan bir kapının önünde durduk.

"Siz oturun, ben annene bakan doktoru arayacağım." Ilgar, Demir'in söylediklerine itiraz etmedi. Yere oturdu öylece, yorgunca. Kafasını arkaya attı, gözlerini kapattı. Yanına oturdum sessizce.

Demir uzun bir süre gelmedi ve döndüğünde yanında bir doktor vardı. Ilgar onların gelmesiyle hızla ayağa kalktı.

"Hastanın nesi oluyorsunuz?" Dedi orta yaşlı doktor.

"Oğluyum." Dedi Ilgar titreyen sesiyle.

"Annenizin durumu geldiğinde çok ağırdı, bir binanın en üst katından sert bir şekilde düşmüş. Üzgünüz, elimizden geleni yaptık. Başınız sağ olsun." Umut, buraya gelene kadar içinde bir umut vardı. Doktorun sözleri ise umudunu öldürmüştü. 

Gözlerini bir kaç kez açıp kapattı, kafasını iki yana salladı.

"Olmaz." Dedi transa girmiş gibi. "Daha ona korkmadan anne diyememişken daha, olmaz." Kafasını iki yana sallıyordu. "Daha bana şefkat göstermemişti bile, olmaz." İsterse melek olsun, isterse şeytan. Ölen bir anneydi ve bu bir evladın acısıydı.

KİRALIK CEHENNEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin