0.7

1K 149 145
                                    

140 kişinin okuyup; 20 kişinin vote vermesi, 10 kişinin yorum yapması... Ekrana böyle (0.0) bakakalıyorum.
Yorum ve vote lütfen.

•••

Tüm mesele alışmaktı.

"Afiyet olsun."

Çatalıma doladığım makarnayı, ağzımın içine bilinçsizce tıkmadan önce mırıldandım. Dilimin üzerindeki tadı algılayamayacağım kadar garip bir duygu atmosferinin içine girmiştim istemsizce. Aslında farkındaydım ki, makarna daha önce yaptıklarıma göre çok çok daha iyiydi. Tadı alıyordum lakin kötü ya da iyi olduğuna dair hiçbir fikrim yokmuş gibi görünüyordu. Zihnim buharlaşıp uçmuş ve öylece havaya yükselmişti. Ben ise arkasından öylece bakakalmış, ardından da önemsiz bir meseleymişçesine gözlerimi devirerek yemek yemeye devam etmiştim.

Yalnız başımaydım.

Yaptığı yemek için kendine teşekkür eden, ardından da yemek yerken kendi kendine afiyet olsun diyen bir ben vardım bu dünyada büyük ihtimalle. Bundan neredeyse emindim. İnsan aklına sığmayacak kadar normal, ama bir o kadar kaçak davranışlardı çünkü bu şeyler. Fakat konu ben olunca, uçukluklar pek de olasılık dışı gözükmüyordu insana. Aldırmadım. Delirdiğimi kabul ettiğim için, kendime yeniden teşekkür ettim hatta. Bir yere kadar farkındalık iyiydi. O yerden sonrasında ise... kaçan ipi yakalamaya çalışmak pek de bir işe yaramıyordu zaten?

Ne kadar zamandır bilinmez, lakin oldukça uzun bir zaman, ağzımın içindeki makarnayı yemek için binbir çaba sarf ettim. Çevirdim, çevirdim, çevirdim... Çenemin ağrıdığı sürede ise Fransa'dan getirttiğim özel beyaz şarabımdan büyük yudumlar aldım.

Boğazımdaki o manasız yumru kaybolsun diye.

Ama işe yarayıp, yaramadığı konusunda bir yorum yapmak istemiyordum. Çünkü kendime vereceğim cevap doğrultusunda, tüm gece boyunca huzursuzlanacağımı biliyordum. O her ota boka laf üreten ağzımı sıkı sıkıya kapattım.

Başkalarını diliyle ezen, onları bir bir çiğneyen ve aşağılayan benken; kendime böylesine hoş görülü davranıyor olmam gözlerimi yaşartmıştı. Kore'deki tüm insanların bana müsamaha göstermesi yetmezmiş gibi, kendimi kendi dilimden sakınıyordum. Gerçekten. Gözü asla doymak bilmeyen bir adamdım ben. Ayrıcalığa doymayan, nefsinin sınırı olmayan, can yakıcı şekilde istediğini koparan...

Sözlerinden korkuyorsun çünkü bu dünya üzerinde seni yıkabilecek tek şey, onlar.
Kimse senden korkmazken; sen benliğinden çekiniyorsun.

Kendinden korkuyorsun, Do Kyungsoo.

İştahım kaçmıştı.

Bir anda yemek yapma fikri aklıma nereden düşmüştü ki zaten? Ben yemek yapmazdım. Tanrı aşkına! Bunu neden yapıyordum? Kendim için iyi bir şey yapamayalı bu kadar uzun zaman geçmişken, şimdi bütün olanlar neyin nesiydi? Anlayamıyordum.

Sandalyemi geriye doğru, içimi fena edecek gıcırtı bir ses eşliğinde ittirdim. Yüzümde daha az önce lezzetli olduğundan yüzde yüz emin olduğum makarna değil de, demir ya da pamuk yemiş gibi iğrenç bir tat vardı. Küfür ettim, ardından ayağımı masaya geçirip, bir kez daha küfür ettim. Boğazıma kadar yükselen o iğrenç tadı göz ardı etmeye çalıştım.

Sakin ol.

Sakindim ben.

Tüm bu halim yetmiyormuş gibi, zihnim devreye girerek Jongin'in bugün yaptıklarını gözümün önüne getirdi. Hani olurdu ya... Böyle her şey bir anda üst üste gelir ve insanı içinden çıkılamaz hâle getiririp sündürürdü. İşte! Tam öyle hissediyordum. Bok gibi. Kendimi bok gibi hissederken, o duygusuz Jongin denen herifi de ihmâl edemiyordum. Ben boktum, Jongin ise kendi lafının arkasında duramayan gerizekalı bokun tekiydi.

Aftertaste // kaisooWhere stories live. Discover now