2.1

640 71 122
                                    

•••

Doğrunun ne olduğunu anlamanın yolu, yanlış yapmaktır. Onlarca, yüzlerce... Defalarca kez karşılaşılan sonuçlarda mantıklı olanı seçmektir.

Şu durumda ne yapacağım hakkında gram fikrim olmaz halde, kazık yemiş gibi dikilirken kendime fikir vermek en mantıksız ve en imkansız şeydi. Ellerimin titriyor olduğunu saklamak yeterince can sıkıcıyken, alnımın kenarından süzülen terlerin sebebini kavramak ise oldukça zordu. Söylemiştim. Kim Jongin, bilinçsizce yaptığı her hareketinde beni yavaş yavaş mahvediyor, ruhumu azar azar kemiriyor ve duygularımı alevliyordu. Ben böyleydim. Ya o? Yaşayacağı şeylerin farkında mıydı?

Büyük ihtimalle senin ne tür bir bataklık olduğunun henüz farkında değil. Ya da diğer ve en kötü seçenek olarak; görmek istemiyor.

Böyleydi. Ve böyle olması delicesine gözümü korkutuyordu. Jongin görünenden daha zeki, fark ettirmeden bir şeyleri kendi başına anlayıp, çözebilecek bir insandı. Onun başına ne tür belalar açabileceğimin farkındaydı ve tüm olasılıklara rağmen kör gibi davranmayı seçiyordu. En tehlikelisi de buydu ya zaten. Yaptığım kötülükleri, parmakla sayılabilecek iyiliklerimle kapatmayı seçecek bir adamı uzun vadede yanımda tutamazdım. Gerçekler kapıya vurduğu an, yüzüme ışık tutulduğunda; Jongin kendi gözleriyle olanı biteni gördüğü an benden tiksinecekti.

Yaptığım şeyleri tam anlamıyla kavradığı an, dünyadaki en iğrenç insan olduğumu düşünecek ve benden ölesiye nefret edecekti. Verdiğim zararların akıl almaz derecede öldürücü olduğunu öğrendiği zaman, hayatta tutmaya çalıştığı adamın bir gram yaşamaya hakkı olmadığını anlayacaktı. Sonu olmayan bir şeyin kapısını açmak, yalnızca acı verici olurdu benim için.

Canım acıyacaktı.
Canı acıyacaktı.

Yıllardan sonra sevgi hisseden şuursuz bir adam için çok fazlaydı bu sarmalanma hissi. Buz tutmuş bir kalbi ansızın ısıtıp, şoka uğratmıştı. İlk önce parmakları tüm hissiyatını kaybetmiş vücudumda rahatlatıcı bir şekilde dolanmış, ruhuma dokunmuş, küller arasında kalmış kalbime uzaktan bir bakış atmıştı. Sonra aklını kaybetmiş bir bana kapı arkasından tüm benliğiyle konuşmuş, ona inanmam için benimle birlikte yıkılmıştı. Hem de hiçbir sebebi olmaksızın...

"Sen şeytanın tekisin! Önümde ölüp gitsen, acı çekişini keyifle izlerdim, anlıyor musun? Çünkü sen ancak böylesini hak ediyorsun!"

Bir anda buz gibi bir odaya kapatılmışçasına kendi kendine titreyen bedenimle zihnimdeki çöplükten kurtuldum. Lakin kısacık bir süreydi. Kendi düşüncelerimle sessizce yaşadığım çatışmalarım bu sefer bedenime vurmuş ve beni amansız bir titremeye maruz bırakmıştı. İki bacağıma ne ara sımsıkı şekilde sardığımı bilmediğim parmaklarımı kendime doğru çevirip, durmalarını sağlamaya çalıştım. Yumruk yaptığım ellerimi gizleyerek, Jongin'den önce arabadan indim.

Zangır zangır titreyerek, ayaklarımı toprak zemine bastım. Geldiğimiz yeri anlayamayacak kadar, düşük bir kavrama kapasitesine sahiptim o an. Dünyaya bakabilme alanım daralmış, nefes alışverişlerim sanki saniyeler sonra can verecekmişim gibi sık sıktı. Canım daralıyordu. Zihnim bulanıyordu. Sol yanım ise bu hayattan kurtulmamı söylüyordu.

En doğrusu hep bu değil mi senin için zaten?
Senelerdir bunun getirdiği şey ile yaşıyorsun. Ölüme uzanmak istememen işten dahi olmazdı.

"Kyungsoo."

"Şimdi sırası değil."

Yanı başımda biten Jongin'in korkularına umut olabilecek durumda değildim. Gerçi hiçbir zaman öyle bir insan olamayacaktım... Kendi korkularımla kafamın içinde savaşmaktan ve mağlup olmaktan yorulmuşken, yanımda duran ve bana ulaşmak isteyen adama yardım edemezdim. Hele de beni öpmüşken...

Aftertaste // kaisooOnde histórias criam vida. Descubra agora