1.3

846 112 211
                                    

•••

Nefes al.

Kabus görüyorsun.

Ama ben gerçeği yaşadığımın farkındaydım. Nasıl kendimi inandıracaktım?

Daha önce buna yüzlerce defa maruz kaldın. Sen güçlüsün, Kyungsoo.
İlk defan değil ki bu...

Göğsüme derin derin nefesler doldurup, söylediğim cümlenin içimde bıraktığı hissi yok saymaya çabaladım. Kendi ağzımdan çıkan birkaç basit kelime ile geldiğim hale bakakaldım. Böyle olmamalıydı. Hiçbir zaman olmazdı ki! O halde neden şimdi? Neden böyle hissediyordum? Yutkundum. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş, kulaklarım kızarmıştı.

Çabaladım.

Bunun yanında karşımda duran ama gözlerinden bir şey okuyamadığım acımasız adamı kirpiklerimin altından izledim. Öfkeyle. Her saniye biraz daha canım acırken, tüm öfkemi ona püskürtmek istedim. En az benim kadar acı çeksin ve o gözlerinin içindeki pişmanlığa yakın duygunun daha da çoğalmasını istedim. Bedeni tek adım geriye adım atmazken, tüm hislerimi yüklediğim ve ona düşünmeden fırlatmak istediğim bakışlarım, sanki silüetini her saniye daha da uzakta gösteriyor gibiydi.

Suçlu o değil.
Onu tanıdığın andan beri hiç olmadı zaten. Bırak gitsin.
Bırak ki, kendini koru.
Bırak ki, kendinden vazgeçme.

Avucunun içinden sarkan oda anahtarını kestirdim gözüme. Ona biraz daha yaklaşıp, bir şeyler işitmekten memnun değildim. Hem de hiç. Yine de ilk adımı atman gerek diye fısıldadı içimdeki canı acıyan yer. Daha fazla dayanamayıp, çatlayacaksın. Sonrasında ise olacakları kestiremiyorum, ve korkuyorum. Yap, Kyungsoo. Onu en uzak köşeye fırlat. Bir daha ulaşamamak üzere. Göremeyeceğin ucu bucağı olmayan bilinçaltının derinliklerine onu da sakla ki, bir daha çıkamasın. Uzandım. Tek adımda ona yaklaşıp, avucunun içinde sallanan anahtarları elime geçirdim.

"Git."

Yüzüme bakarak donakalan ve anahtarı onun parmakları arasından çekip almamışım gibi öylece duran Jongin gözlerini şaşkınlıkla araladı. İleriye adım atmak için kıpırdanıp duran bedeni kendine ihanet edip, olduğu yerde dururken; çenesi seğirdi.

Günahlarla bezenmiş, ateşle cezalandırılmış, yalanlarla sarmalanmış dudaklarımla, "Sana diyorum, defol git." diye tısladım.

Göğsüm titriyordu.

Kelime dağarcığım saniyeler içinde daralmış ve beynim sanki dikenli bir çemberle her saniye biraz daha kıstırılıyormuş gibi kaşlarımı çatarak doğruyu tartmaya çalıştım. Doğru neydi? Şu an iyi gidiyordum, değil mi? Sağladım hâlâ? Çatlamamıştım karşısında. Öyleydi, değil mi?

Sözcüklerin bu kadar can alıcı olduğunu bilmiyordum.
Bu kadar berbat hissettirmeleri normal mi? Yoksa yine bir saçmalığı mı yaşıyorum?
Tüm bunları kendim mi uyduruyorum?

"Tamam," Başını aşağı yukarı hızlı bir şekilde salladı kabullenerek. "Tamam. Birbirimizi görmeyelim sabaha kadar. Ben arabada bekleyebilirim. Sorun değil. Sabah olduğunda ikimiz, beraber gid-"

"Jongin."

Başımı iki yana sallayarak, avuç içlerimi göğsüne bastırıp onu sertçe itmemek için, ellerimi iki yanımda sıktım. Ona vurmamak ya da bencilliğimi biraz olsun içime gömebilmek adına. Bana bakan gözlerindeki, gerçekliğe inanmamak adına en çok da...

Aftertaste // kaisooWo Geschichten leben. Entdecke jetzt