2.0

967 94 143
                                    

•••

Sessizliğin üzerime yüklediği ağırlık, tüm vücudumu soğuğa maruz kalmış gibi amansızca titretiyordu. Arabanın durması, etrafımızı aydınlatan tek şey olan farların sönmüş oluşu bunu fark etmemi sağlamıştı. Yine de, bedenimin içindeki fırtınayı dışarıya vurmasının sebebi bu değildi. Biliyordum.

Jongin yanımdaydı.

Sessizdik.

Lakin bu daha öncekiler gibi, bir şeylerin gizli kalmasını sağlamak için değildi. En azından bu Jongin için geçerli değildi. Benim tarafımdan ise; yapmaya çalıştığım şey tam olarak buydu. Yanımda oturuyor olmasına rağmen; Jongin'in üzerimde kurmaya başladığı hakimiyetten biraz olsun sıyrılmaya çalışıyordum. Hâlâ avucumun içinin alev gibi yanmasına neden olan parmaklarını boğumlarımda, sırtımı okşayan ellerinin şefkatli dokunuşlarını ise sırtımda en taze haliyle hissediyordum. En acı verici ve göz ardı etmek için delicesine uğraştığım önemsenme hissi ise, bir türlü zihnimden, bedenimden uzaklaşamıyordu.

Yaptığım şeyleri hiçbir ama hiçbir şey aklayamazdı. Yüzlerce insanı zihnen mahvetmiş, binlerce suçluyu aklamış, çoğu zaman işin içine rüşveti de dahil etmiştim.Tüm bunların hepsini gözümü kırpmadan, ya da iki kez düşünmeden kendi adım altında ben yapmıştım.

Çoğu zamanlar insanların yanıma yaklaşmasını engelleyecek kadar soğuktum. Konuşmak bana dünyanın en zor şeyiymiş gibi geliyordu çünkü. Yanıma oturan insanın yüzüne bakamıyor, ağzımı zorlukla açıp ancak birkaç kelime edebiliyordum. İstemiyordum. Biriyle bir şeyleri konuşarak paylaşmak, dokuz yaşındaki Kyungsoo'ya göre bir şey bile değildi. Elimde değildi. Soğuktum çünkü bir canavardım. Kulağıma binlerce kez söylenen şey buydu. Üzerime atılan bakışların verdiği his buydu. En kötüsü ise, gerçek buydu.

Kabullenmesi zordu. Bütün insanların benden birer birer korkuyor olmasını yani...

En başlarda aklımı yiyecek dereceye gelene kadar inkâr sürecine girmiştim. Daha sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım, aklım eriyordu. Yine de her şey için, yaşamı öğrenmem için; henüz çok erkendi. Gerçeklik apaçık gözlerimin önündeyken, yalnızca 'doğru değil bu' demekle kalabilmiştim. Ciğerimi parçalayan, yemeden içmeden kesilmeme belki de en can yakıcısı olarak daha o yaşta kendimden vazgeçmeme neden olacak manzarayı gördüğümde, Kyungsoo çoktan değişmişti. Durduramamıştım. Temiz düşüncelerim, masumluğum bedenimden acı verici şekilde sökülüp alındığında; gıkımı çıkaramamış, olanları süzülen gözyaşlarımla izlemiştim.

Beni bu denli yıkan, benliğimi tamamen değiştiren görüntü; karşımdakini çok daha beter hâle getirmiş olmalıydı. Kendi ellerimle ortaya çıkardığım görüntünün verdiği pişmanlık hissi çok fazlaydı. Düşünmek için, kaldırmak için, kabul etmek için...

Yine de bugünkü Kyungsoo'ydum ben işte biraz da olsa. Üzüntü vardı, lakin kendine acıma yoktu. Varsa dahi hissetmemiştim. Kendimi değiştirme, hayatımı silme isteği o kadar hızlı gerçekleşmişti ki; neyin ne zaman gerçekleştiğini algılamak zordu. Göz açıp kapayıncaya kadar büyük ihtimalle...

"Üşüyor musun?"

Kulağıma çarpan sesi, ağlamamı sağlatacak cinstendi. Yumuşaktı. Kendi kafamda dolaşan onca acımasız tilkiye o kadar zıttı ki... Daha öncesinde maruz kalmadığım kadar, ilgiliydi. Kalbimi okşayacak, stresten titreyen bedenimin şiddetli sarsıntılarını dindirecek kadar da rahatlatıcı... Lakin diğer yandan, kaldıramayacağım kadar rahatsız edici.

Aftertaste // kaisooWhere stories live. Discover now