0.9

905 128 90
                                    

•••

Sıradan olmak berbat bir şey değildi. Kimse tarafından görülmüyor ya da fark edilmeyecek olmak; kötü değildi.

Olmamalıydı.

Çünkü ben kaybolmak istiyordum. Herhangi bir yere. Dünya'da kimsenin bilmediği yağmurlu bir ormana, el değmemiş temiz bir okyanusa ya da keşfedilmemiş herhangi bir şeyde işte...

"Odan nerede?"

Ona cevap vermedim. Veremedim. Kendimde hareket edecek ya da ağzımı açıp doğru düzgün itiraz edecek gıdım güç dahi yoktu çünkü. Tek yapabildiğim, hâlâ sağ avucum arasında duran telefonumu sıkmak ve dudaklarımı sımsıkı kapatmaktı. Anlamıyordum. Aklım almıyor ve bu duruma, Jongin'in bu haline bir mantık yükleyemiyordum. Donmuştum ve bir daha asla hareket edemeyecekmişim gibi kitlenmiş hissediyordum. Şaşkındım. Ama bir yandan da kalbimde açıklanamaz bir sızı hüküm sürüyordu. Beni süründürmek istermiş gibi...

Duygu kargaşaları berbat bir şeydi. O an hem şaşkın, hem üzgün, hem de tüm bunların yanında hiçbir şey hissetmiyordum. Bedenimde, zihnimde... Her şey vardı, ama bu her şey aslında hiçbir şeydi.

Jongin'in sızlandığını ve ağzının içinde bir şeyler gevelediğini duydum. Ardından hızlı adımlarla yanımdan ayrılıp gitti. Dudaklarımı aralayıp, odamın hemen tam karşıda olduğunu söyleyemedim. Her şeyin farkındaydım. Ama dudaklarıma kelepçe vurulmuştu. Belki de sahip olduğum diğer her şeye de...

Bedenim gevşerken, kendimi ağırca yere bırakıverdim. Bacaklarım ağırlığım altında ezilirken, boş olan elimi sıcak zemine bastırdım. Emilmiş gibi hissediyordum. Tüm enerjim, duygularım... Hepsi dünya kadar büyük olan bir süpürge ile çekilmiş gibiydi. Telefonumun elimin altında birkaç kere titrediğini hissettim ama açıp bakmayacak kadar garip vaziyetler içerisindeydim. Açsaydım da hiçbir şey anlamazdım.

"Sikeyim!"

Sesi evimin içinde yankılandı. Bana mı öfkeliydi? Kestirmek zordu. Ama pek şu durumda pek de önemli sayılmazdı. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım.

Kendine gel!
Kendine gel, Kyungsoo!

Sakin ol, diye fısıldadı zihnim sanki uykuya dalacak minik bir çocukmuşum gibi huzurla. Bir şey olduğu yok, derin nefesler al. Denedim. Ağzımı denizde dolanan kayıp bir balıkmışçasına aralayıp, elimi göğsüme dayadım. Tıpkı uzun saatler suya hasret kalmış bir insan gibi derin derin nefesler alıp verdim. Sen Do Kyungsoo'sun, yıkıldığın her zaman yeniden ayağa kalkmayı başardın. Şimdi de yapabilirsin. Evet. Yapabilirdim. Yapabilirim, hem de en iyisini, dedim kendi kendime. Böyle basit hisler yüzünden kendimi kaybetmem, kontrolümü elimden bırakmam. Yapmazdım.

Ne ara yanımda dikildiğini anlayamadığım Jongin, boştaki elini ortama zıt bir biçimde koluma dolarken, yüzümü inceledi.

"İyi misin?"

Hiçbir zaman kötü olmadım ki. Do Kyungsoo'yum ben.

Bacaklarının üzerinde kasıtsız halde dolaşan gözlerimi, ağırca yüzüne çevirdim. Bana üstten bakan ve hafifçe eğilmiş olan bedeni neden bu halde olduğumuzu sorgulattı. Dakikalardır mantıklı oluşturabildiğim tek soru buydu.

Ona nasıl baktığımı bilmiyordum lakin Jongin durumun berbatlığından olsa gerek kaşlarını çattı. Alnında hüküm süren birkaç ter damlası ağırca yanağından aşağı süzülürken, onun neden bu kadar telaşlandığını merak ettim. Bu da yapabildiğim ikinci en mantıklı şeydi. Bana zaman tanıdı. Ona attığım anlamsız bakışlara karşılık verdi ve neden bunu yaptığımı sorgulamadı. Aklımı toparlamaya çalışıyordum ve bu, gerçekten hiç basit bir şey değildi.

Aftertaste // kaisooTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon