2.4

694 72 49
                                    

•••

"Sehun..."

Kabul etmesi zor olsa da, bazen gerçekten de dokuz yaşındaki Do Kyungsoo'nun hayatta olduğuna inanıyordum. Hayal ya da gerçek olduğunu anlamak imkansıza yakındı. Bir nevi kendimi avutuyor olduğumu düşünmek tüylerimi ne kadar diken diken ediyorsa; yaşama ihtimali de en az o kadar beni tedirgin ediyordu. Varlığı ve yokluğu arasındaki uçurumun derinliğini tartmak hayatımdaki en büyük korkumdu belki de... Varlığı her şeyi darma duman edebilir ve hayatımı tepetaklak edebilirdi. İnanması zordu evet, lakin Do Kyungsoo'nun da hayatta delicesine korktuğu bir şey vardı.

Nefes alan herkesin itiraf etmekte zorlandığı lakin düşüncelerine sızdığı her an kalbini titreten ve ona tamamen korku salan bir şeyler vardır.

"Lanet olasıca..."

Ellerimi boynuna çıkararak saçlarını yavaşça okşadım. Öfkeliydim. Ona, delirecek derecede öfkeliydim. Hıncımı çıkarırcasına saçlarına parmaklarımı dolarken, titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. İki yanında bomboş sallanan elleri, dakikalar sonra yavaşça hareketlenirken belimin iki yanına usulca tutundu. Sarılışı, olan biteni algılayabilene kadar geçen her saniye daha da sıkılaşırken, kızgınlıkla, "Dangalak..." diye mırıldandım kulağına doğru.

Benim aksime hiçbir şey söylemedi. Tek bir kelime dahi etmeden bana sarılırken söylediği çok şey vardı aslında. Hüznünü sözleriyle anlatmamış olsa da, dokunuşunda kelimelere dökülemeyecek onlarca duygu vardı. Dudaklarını aralayıp olanı biteni anlatamayacak kadar şoktaydı sanki. Parmakları tenime batarken, Sehun titriyordu. Sözleriyle anlatamadığı şeylerin ağırlığıyla tüm kalbi sancıyordu sanki.

Tanrı aşkına... Sadece küçücük çocuğun tekiydi sadece. Onu bu kadar daraltan şey ne olabilirdi ki, onun gibi benim kalbim de her geçen saniye sıkışırdı? Garipti. Belki de dünyanın en akıl almaz şeyiydi belki de... Lakin hissediyordum. Üzerine çökmüş olan kara bulutların yağmur damlalarını birer birer bırakışını.... Üzerimdeki hava yavaş yavaş dağılıp, Sehun'un burada, yanımda duruyor olmasının gerçekliğiyle kendimi hafifçe geriye çekme ihtiyacı duydum.

En azından çabaladım...

"Biraz daha böyle kal."

Geldiğinden bu yana söylediği ilk şeydi bu. Çenesini uzun boyuna rağmen omzuma yaslarken, hafifçe burnunu çekti. Belimdeki elleri, gidecekmişim ve bir daha asla onu görmeyecekmişim gibi beni tamamen kendine yaslarken, sesimi çıkarmadım. Anlamaya çalışıyordu. Burada olduğuma inanmaya çalışıyordu ve onu yüzüstü bırakışımı düşünürsem, buna hakkı vardı. Oh Sehun denen oğlanı özlemiştim.Do Kyungsoo gibi kalbi körelmiş bir insan, birini özlemişti. Gerçekten.

"Senden nefret ettim." Dudaklarının her hareketinde nefesi kulaklarıma çarpıyordu. Ve bu deneyimsiz oğlanın sesi titriyordu. Küçük bir çocuk gibi... "Geri döneceğim deyip dönmediğin her saat boyunca senden delicesine nefret ettim."

Son konuşmamız aklıma geldiğinde başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettim oracıkta. Yüzüm yanarken, Sehun'un o an hissettiği duyguyu, en derinimde anlayabilmiştim. Yüzüstü bırakılmak. Sehun'u tam olarak yüzüstü bırakmıştım. Elimde olmasa da... Yaşamaktan en nefret ettiğim şeyi, ona yaşatmıştım. Neredeyse bir yalanı...

"Televizyonlarda evinin yakıldığını öğrendiğimde yüreğim parçalandı. Kaçırıldığın haberini duyduğumda çılgına döndüm.''

Önemsemek.

''Her gece karşımdaki sandalyenin boş oluşunu fark ettiğimde ise seni kaybettiğimi sandım."

Aftertaste // kaisooWhere stories live. Discover now