2.3

651 74 85
                                    

•••

Bir buçuk saat içinde, üçüncü kez oturduğu masaya tekrar dönerken yüzündeki ifade tam anlamıyla sıkıntılı ya da büyük ihtimalle bunaltılıydı. Yer sofrasına yavaşça yeniden kurulurken, saçlarını alnının arkasında doğru savsakça ittirdi. Gözlerimle hareketlerini takip ettiğimi dahi fark etmemişçesine çubuklarını gergin bir ruh hali eline aldı. En az beş dakikadır onu izliyor ve telefonda neler konuştuğunu, en azından konunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Jongin'in parçalı bulutlu atmosferini dağıtmak için, "Takıntılı." dedim yemek çubuklarımı ilgisizce yemeklerin üzerinde gezdirirken.

Onunla konuştuğumu saniyeler sonra algılamış ve başını kaldırıp, gözleriyle bana baktıktan sonra, "Üzgünüm." demişti. "Her şeyi tek seferde söylemesini tembihlediğim an, günde on kere arıyor."

Öyle yapıyor çünkü içinde tedirginlikleri hüküm sürüyor.

"Korkuyor çünkü." dedim tepkisinin ne olacağını bilemeyerek. O ana kadar ilgisini bana tam olarak yöneltememiş olsa da, bunu söylemememle onu tetiklemişim gibi, gözlerini bana çevirdi.

"Korkması gerekecek bir şey yok. Ama evet, büyük ihtimalle Chanyeol güvenliğimiz için endişe ediyor."

"Güvenliğin için, endişe ediyor Jongin." diye düzelterek, gözlerimi ona çevirdim. "İlk zamanlar tam olarak algılayamamıştım lakin Chanyeol gerçekten dostun olmalı... Aksi halde bu kadar endişelenmesi işten olmazdı."

"İkimizin de can güvenliği tehlikede."

"Sen daha tehlikedesin." Burnumdan güldüm. "Sana zarar vereceğimden değil ama Chanyeol bunu yapacak kapasiteye sahip olduğumun farkında olmalı ki, her saat başı seni arayarak sağlam olup olmadığını kontrol ediyor."

Aramalarının arkasındaki sır buydu. Jongin'e ulaşabileceği, hâlâ hayatta ve sapasağlam olduğunu teyit edebileceği tek şey telefondu. Ve bunu sonuna kadar kullanıyordu.

"Kyungsoo..."

"Bunu farklı bir amaçla söylemiyorum, Jongin." dedim sözlerimi yanlış anlamaması için. "O pembe gibi bir dostun olduğu için şanslısın. Ve bunu birazcık kıskandım. Çok fazla değil."

Güldü. Park Chanyeol'e karşı olan dostluk sevgisini ilk fark ettiğim anda dahi algılamıştım. Ona güveniyordu. Kafamda dolanan ihtimal zincirlerini kıracak kadar güveniyordu Jongin ona. Ne olursa olsun, dostuna olan inancı tamdı. Bu yüzden herhangi bir şey demedim. Eğer Jongin'in gözünde sadık ve iyi bir arkadaşsa, büyük ihtimalle gerçekte de öyleydi.

Aramızdaki konuşma ikimiz düşünceleri yüzünden sessizliğe gömülürken, bunu durdurmadım. Yemediğim pilavı ve önümdeki çeşit çeşit Jongin tarafından hazırlanmış yemekleri didiklerken, çoktan pes ederek başımı sol avucumun içine yasladım ve pirinç tanelerini düşüncelerimmiş gibi teker teker ayıklamaya devam ettim.

"Kyungsoo?"

"Hım?" Gözlerimi ona ağırca çevirirken, çubuklarımı masanın kenarına bıraktım. Ses tonundan bir şeylerin iyiye gitmediğini çoktan anlamıştım.

"Bana anlatmak istediğin bir şeyler var mı?"

Anlatmak istediğim ama dilime gelmeyen çok şey var. Lakin bunları sana söyleyemeyeceğim, asla. En azından yakın bir gelecekte değil...

Sesim keskinleşip, vücudum elimde olmadan gerilirken, "Yok." demekle yetindim. Sesim sertti. Sanki bir daha böyle bir soru sorup, beni bir daha sıkıştırmaması için aramıza yıkılmayacak bir set çekmiştim. O an Jongin'in soru soran gözlerinden kaçındım. Bir şeyler olduğunu bildiğini gösteriyordu bakışları. Ve bunların hepsini duymak istiyordu. İşte tam o sıra, içimdeki Kyungsoo dün geceden beri saklandığı çukurdan çıkarak, şeytani gözlerle bana baktı.

Aftertaste // kaisooWhere stories live. Discover now