1.2

891 118 168
                                    

Ne güzel yorumlar yapıyorsunuz öyle... Bu bölümde de isterim, hiç affetmem.

•••

Do Kyungsoo yıkılmazdı.

Kimse onun kılına dokunamaz, sinirini bozamaz, canına kastedemez, küçümseyemez, yok sayamazdı. Tüm bunları yaptıkları takdirde ise umursanmayacaklarını bilirlerdi. Çünkü kulakları, kendine söylenen hiçbir şeyi dinlemezdi. Ne iyi, ne kötü, ne de başka bir şey... Hiçbiri onda etki bırakmıyordu.

Bu bendim işte. Çoğu zaman, belki de hayatının tamamını, paraya satan; kendi canından başka kimseyi düşünmeyen... Ama tüm bunlara rağmen, acı şekilde kendini yiyip bitiren. Sahiden de durum böyleydi. Beni tanımayan herhangi bir insan sosyal medyada adımı girip baktığında bu tür yorumlar bulurdu. Dedikodu sitelerinde ne kadar kalpsiz olduğum yazardı. Gazetelerde; en iyi avukat olduğuma dair vurgu yapılırdı. Başka sitelerde ise ne kadar yakışıklı ve bekâr olduğum... Tüm bunlardan bağımsız olarak bazenleri iyi bir insan olabildiğim ve bunun yılda en fazla üç kez meydana geldiği yazıyordu. Ekleme olarak da; 'eğer şanslıysanız...' diye not düşmüştü biri.

O halde neden?
Tüm bu canilikler senden çıkmıyormuşçasına, neden Jongin'in nişanlısını da yok sayamıyorsun?

Jongin'in arkasından ilerledim. Omzundaki sırt çantasına tutunmuş, yavaş olmayacak adımlarla küçük resepsiyona ilerliyordu. Kaygısızdı. Ya da tıpkı benim gibi içinde yaşıyordu manasız his değişimlerini. Belki de gerçekten kaygısızdı ya da.

Motelin içinde olsak dahi, dış kapı yüzünden hava soğuktu. İki kez beni kazak giymeye ikna etme girişiminden sonra vazgeçmişti ama aralıklarla göz ucuyla beni incelemeye devam ediyordu. Başı arada sırada bana dönüyor ama onun sırtını delip geçen bakışlarımı fark ettiğinde, kavga etmek istemezcesine pes ediyordu. Ona vurmak istedim. Kibar ve nazik adamı oynamasının gereği yoktu benim yanımda. Çünkü tüm bu iyi şeyleri onun karşısında kullanmayacaktım. Kendisi de bunu biliyor olmalıydı. Çünkü bu hayatta kime karşı anlayışlı olmuştum ki?

Belki de seni yalnızca kıvama getirmeye çalışıyor.
Seni kullanıyor belki de... Bunların hepsi olası.

Ah... Buna kalkışması hiç akıllıca olmazdı. Arkamda tek bir dost görünümlü düşmanım olmasa dahi, Jongin bana doğrulttuğu silahıyla kendi ölüsünü kucaklardı. İddialı sayılmazdım. Boşuna demiyordum. Dokuz canlıydım. Sekiz atağında başarılı olup, dokuzuncuda başaramayan insana; söz veriyordum, elleriyle beni öldürmesine izin verecektim. Elbette bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Henüz birinci atakta başarılı olamayan insanlara böyle boş umutlar vermek, canilikten başka bir şey olmazdı ne de olsa... Boşa umut yüklemesi. Karşıdakinin özgüvenini tüm hayatı boyunca yıkmak hiç hoş olmazdı, değil mi?

Resepsiyon dahi sayılamayacak kadar kötüydü burası. Düz, sade, tahtadan masanın ardında orta yaşlı bir bayan oturuyordu. Önünde ise küçük çaplı bir zil vardı. Parkeler eskimişti ve bazı kısımları ise yer yer delik deşikti. Yine de yol kenarında rastlanabilecek yerlerin, büyük ihtimalle en iyisiydi. Eski olmasına rağmen temiz ve bir o kadar da nostaljik duruyordu. Belki de böyle hissettirmesinin sebebi arka plandan kısık sesle çalan geleneksel bir, sözsüz şarkıydı. Nedense daha önceden duymuşum gibi bir hissiyat belirdi. Ve garip derecede yerinde hissettirdi.

"Boş iki oda istiyoruz."

Lanet Jongin...

Başımı ona çevirdim. İşte tam o an, masanın üstünde duran ve fark etmeden parmaklarımı hafif bir ritimle vurmaya başladığım elimi saniyeler içinde yumruk haline getirdim. Gözlerini kısarak, nazikçe soru sorması gerekmiyordu şu lanet durumda. Ben olsam elimi masaya koyar, iki oda, der ardından geçer giderdim. İğneleyici bakışlarımı onun yüzüne diktim. Tüm bu verdiğim tepkiler onda en ufak bir iz bırakıyor muydu, pek emin değildim. Çünkü ne gözleri beni görüyor, ne de dudakları benim için aralanıp iki açıklayıcı cümle söylemiyordu.

Aftertaste // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin