1.1

905 126 193
                                    

Yorum, yorum...

•••

Bir saatlik, yüz kilometrelik yol daha geride kalmıştı. Asfalfın üstünden kayıp giden tekerlek dahi ilerleyebilirken, biz hâlâ öylece duruyorduk. Klimadan üfleyen sıcak havanın ve arabanın sesi duyuluyordu yalnızca. Jongin ise yine tek kelime etmiyordu. Konuşması gerekir miydi, orası da ayrıydı. Ağzımızı açıp, söyleyebileceğimiz her kelime manasızlaşabilirdi. Ya da en basitinden düşündüğümüz şeyleri kelimeye dökmek pek de kolay olmayabilirdi. İki yabancı insanın, birlikte kaçması ne kadar akıllıcaydı? Daha ilk anda bunun mantıksız olduğunu söylerdim lakin Jongin buna fırsat dahi tanımamıştı. Konuşamıyor olmamız belki de bu yüzden çok garip gelmiyordu bana.

Sen onu öldürmemek için fırsat tanımayı düşünüyor musun peki?

Her şeyin bir anda böylesine darma duman olması, beynimi allak bullak etmişti. Pekâlâ durumumu anlatmak gerekirse şöyleydi: Deprem olmuştu. Enkaz altında kalmaktan son anda kurtulmuştum. Lakin artık çöplüğe dönen şeylerin tozları yüzünden gözümün önünü dahi göremiyordum. Bu yüzden geleceğe dair yapabildiğim hiçbir plan yoktu. Kafamı çalıştırmaya ve bir çözüm üretmeye başladığım anda bunalıyordum. Dört saatlik yolculukta, Chanyeol'le atışmam dışında, konuşmamış sayılırdım. Radyo ya da CD bile çalmazken, yapabileceğim en makûl faaliyet, düşünmekti.

Kim Jongin ile ne halt edeceğim?

Sağa sinyal verip, bir benzin istasyonuna doğru direksiyonu kırdığında gözlerimi bir saat sonra ilk defa onun yüzüne çevirdim. Chanyeol ile aramızda geçen o konuşma hakkında yorumda da bulunmamıştı. Jongin üç maymunu mu oynuyordu, yoksa üst düzey medeni bir insan kılığına mı bürünmüştü? Anlamak gerçekten zordu. Neden onun düşüncelerini önemsiyorsun ki? dedim kendi kendime. Kendi halinde yaşaması işine gelmez mi? Garipti.

Ama doğruyu söylemek gerekirse, gelmiyordu.

Sonu gelmez otobanın kenarına yapılmış, küçük bir benzin istasyonuydu. Yeşil tabelası yeni yapıldığını belli edercesine parlıyordu ki, bu biraz zor bulunan bir durum olmalıydı. Hiçliğin ortasına bırakılmış, gerçeklik gibi duruyordu. Jongin arabayı ağırca bizim geldiğimizi görüp en yakın pompaya doğru yürüyen adamın, yanına park etti. El frenini çekip, arabanın anahtarını aldı. Ardından emniyet kemerini çıkardı. Yüzü bir ara bana dönecek gibi olduysa da vazgeçmiş gibi, önümdeki torpidoya eğildi. Karnıma değecek kadar yakın olan kolu, kendimi biraz daha yana kaydırmama neden oldu. Kaçtığımdan falan değildi. Lanet derecede güzel elleri olan bu adamın, lanet derecede güzel kolları da vardı çünkü. Bana dokunması hiç mi hiç işimize gelmezdi.

Ortalığı ateşe vermek istemiyorum.

Cüzdanını almakla yetindi. Elinin tersi ile torpidoyu kapatıp, doğrulurken saatler sonra ilk defa benimle ilgilenme ya da konuşma gereği duymuş olmalıydı. Dışarıda, soğuk havada onu bekleyen görevliye küçük bir baş selamlaması verip, baş parmağı ile depoyu işaret etti. Ardından da bakışlarını bana çevirdi.

"Aç mısın?"

Dövseydin, diye düşündüm. Hayır, hayır... Yemeği alıp kafama geçirseydin daha kibar bir soruş tarzı olurdu bence. Öylesine boş söylemişti ki, yemememi ister gibiydi. Onun yüzündeki bozarışı(!) görüp, üst düzey bıktırma planları yapmak isterdim lakin durum buna el vermiyordu. Bu yüzden başımı iki yana sallamakla yetindim. Düzgün bir yemek yemeyip, midemi bozmak şu an yaşamak isteyeceğim bir macera değildi.

Aftertaste // kaisooWhere stories live. Discover now