Kırmızı Pabuçlar.(Hikaye)

66 32 52
                                    

İnce ince yağan kar gizliden ele geçiriyordu sokakları. Estetik yoksunu çatıların çirkin suratlarına beyaz fondoten gibi dokunuyordu işte. Birde en derin sırları örtmeye yarıyordu bu beyazlık. Kasaba tamamen kara teslim olmuştu. Dedikodu meclisleri kurulamıyordu bu sayede. Kaldırımda ki sokak lambasına yaslanmış ve az önce köstekli saatine bakan yüzünü kasvet bürümüş adamında sırlarını örtme çabasındaydı bu garip beyazlık ama nafile. Adam hep zihninde taze tuttuğu bu sırrın üzerinin örtülmesine asla izin vermezdi. Hatta onu evde bekleyen sırdaşı bile buna cüret edemezdi. Kafasında bu sırrı düşünerek banyo eder, kahvaltı yapar ve yorgun düştüğü günün ardından yastığına önce bu sırrı uzatır sonrada yanına usulca uzanır, ıslak gözlerle bu sırra baka baka uykuya dalardı. Kendisini sürekli yenileyen acıdan daha kötü ne olabilirdi ki? Acısı paslı bir kama gibi yıllardır göğsünde saplı duruyordu. Ve onu göğsünden çekip alacak kudrette kimseciklerde yoktu. Bu paslı kama duygularına enfeksiyon yaymıştı.

Cebinden tekrar çıkarttığı köstekli saate baktığında saat dokuzu yirmi geçiyordu. Yani çilesinin medcezirinin vakti gelmişti. Artık içeriye girip her seferinde ona ızdırap çektiren bu seramoniyi yaşasa iyi olurdu. Yoksa dışarda durduğu her saniye daha büyük bir acı demekti. Saatini cebine koyduktan sonra sigarasından derin bir nefes daha aldı ve izmaritini caddeye fırlatırken dumanını buz gibi havaya savurdu. Sokak lambası bu hüzünle çökmüş omuzları bir sonraki yıla kadar göremiyecekti. Ellerini cebine koydu, derin bir nefes alıp verdikten sonra ağır ağır karşı kaldırımda ki ayakkabı dükkânına doğru yürümeye başladı. Yolun ortasına gelince birden durdu, gözlerini kapadı. Bacakları titredi fakat o içinden 17 ye kadar sayarak bekledi. Fakat o özlem duyduğu lastik seslerini değilde korna eşliğinde küfür savuran bir kaç şöförün sesi kulağını tırmaladı. Çenesi sinirle kasıldı.

Kapısından içeri on yedinci defa girerken ilk girişi hariç diğer hepsinde duygusuz bir ifade olurdu. Aslında bu dükkana girdiği ilk gün  mutluluk, gözlerine, sakalına, dudaklarına yayılmıştı. Oysa şimdi burası acılarını gömdüğü bir mabed görevi görüyordu. Ayakkabıcı ihtiyar ise acısını çekmediği bu sırra onunla birlikte sahipti. Adam ikinci gelişinden itibaren asla ihtiyara gülümseme miş, bu bir yana dursun hiç konuşmamıştı bile.

Adam içeriye girmişti artık. Selam dahi vermemişti. Ayakkabıcı ile göz göze gelmiş ve ikisininde bakışları iki sırdaşın bakması gerektiği gibiydi. Ayakkabıcı hazırladığı ayakkabıyı güzelce hediye paketi yapmış ve çantasına koymuştu. Tek yapması gereken paketi uzatıp parayı almaktı işte bu kadar basitti.Pazarlık yok,ayakkabıyı denetmek yok. Ama gelinde bunu birde ona sorun. Her yılın aynı günü ve tam saatinde gerçekleşen acı ritüelin yükü her  ikisine de ağır gelir,bu medcezirin dalgalarında   çırpınırlardı.

Bükük bir dudak ve buruk bir bakışla ayakkabıcı paketi verdi ona. Adam asla para üstü almaz bu sayede de dükkanda geçirdiği işkence dakikalarını kısaltmış olurdu. İhtiyar satıcıya parasını verdikten sonra ezik bir baş selamı verip arkasını dönüp yıkık bir vaziyette dükkandan çıktı. O selamı her verdiğinde bir sonra ki yıl ihtiyarın yine orada olacağından şüpheye düşerdi.

Adam eve vardığında hanımı akşam yemeğini ve hatta masayı hazırlamış, üç adet tabağı özenle masaya yerleştirmişti. Mutfaktan içeriye giren adam karısına kısa bir bakış attıktan sonra iki büklüm ve ağlamaklı vaziyette sandalyesine oturdu. Her seferinde buna yenik düşerdi. Gözleri hemen sağında duran boş tabağa kayınca inceden bir göz yaşı elmacık kemiklerinden aşağıya doğru süzüldü.Bunu gören karısı eliyle ağzını kapatıp hızla banyoya koştu ve oracıkta hıçkıra hıçkıra ağladı.

Adam şimdi yılın tek günü  karısından ayrı uyuduğu odanın kapısında durmuş içeriyi baştan aşağıya süzüyordu.Her yerinden kahkaha sesi geliyordu sanki bu odanın.Her tarafında onun kokusu vardı. Sonra yatağına uzandı. Fakat yatağa giderken sürüdüğü ayaklarının üstünde ki bedeni devrik bir cümle gibiydi ve sanki ona ait değildi. Kırmızı,topuklu 34 numara ayakkabıları hemen yüzünün önüne koydu. Ama ilk bakışını en son aldığı ayakkabıya değilde, karşı rafa sıraladığı diğer kırmızı ayakkabılara dikti.En başta duran minik topuksuz ayakkabıları görünce tekrar ağlamaya başladı. Sonra en son aldığı ayakkabıyı düşünceli bir şekilde süzdükten sonra yanaklarına dünyanın en samimi gülüşünü yerleştirip " İyi ki doğdun...." dedi ve ona ait olmayan bedenin o bedene ait olmayan  gözlerini kapattı...

 ManifestoWhere stories live. Discover now