#32

44.9K 3.5K 333
                                    

Alışveriş arabasını raflar arasında hızlı hızlı sürdüm. Aklımın çelinmesine izin vermeden dosdoğru ilerledim. Sadece ihtiyacım olan şeyleri alacaktım. Evet.

Kulaklıktan Jimmy'nin fazlaca eğlenen sesi kulağıma çarptı. "Türkiye'de marketler nasıl?"

Fazla meraklı ve heyecanlıydı. Raftaki bulaşık deterjanına uzanırken "Amerika'dakinden çok farklı sayılmaz..." dedim.

"Çok heves kırıcısın..." (*You're a buzzkill...)

"Ne söylememi istiyorsun? Market işte. Sepete ürünleri atıyorsun, kasada ödüyorsun. Oldukça evrensel bence..."

"Türkiye'ye özel bir şeyler olmalı ama..."

"Belki ortalamada daha küçüklerdir." Amerika'da gördüklerim genelde devasaydı. "Bir de toptancı fazla yok. Eskiden mahallelerde çok daha küçük dükkanlar olurdu. Hala tek tük kaldı tabii. Paran olmadığında, deftere yazdırabilir, ay başında maaşını aldığında ödersin. Kurumsallaşmamış. Daha kişisel. Toplumsal dayanışma örneği."

"Bak bu ilginç işte... Bildiğim bir şey değil benim. Amerika'da paran yoksa açsın büyük ölçüde."

"Ama kaybetmekte olduğumuz bir şey maalesef..."

Neyse ki daha ciddi konulara dalmadık. "Ee neler alıyorsun şu an?"

"Alışveriş listemi mi saymamı istiyorsun?" diye sordum gülmemeye çalışarak.

"Neden olmasın? Terapi gibi bir şey bu benim için. Bir terapiste saatine birkaç yüz dolar ödeyeceğime kablolu şirketine ayda yetmiş beş dolar sabit fiyat ödüyorum..."

Şakadan bile olsa James'in de para hesabı yapması hoşuma gitti. Bu sefer kendimi gülmekten alamadım. Alışveriş arabasına şöyle bir baktım. "Sebze-meyve reyonundan domates, salatalık, patlıcan, biber, patates ve soğan aldım. Sonra bulaşık deterjanı, yumuşatıcı ve çamaşır deterjanı aldım. Şimdi et reyonuna doğru ilerliyorum."

"Ok. Bilgilendirmeye devam et*" (*Keep me posted)

Önünden geçtiğim dolaptan bir de süt çıkardım. "Şu an dolabın kapağını açıp bir kutu da süt aldım. Bu arada..." Büyük haberlerim vardı aslında. "Vize randevusunu ayarladım. Önümüzdeki hafta gidiyorum."

Merakla sordu. "Ne oluyor vize randevusunda?"

Bilgiye açtı resmen. "Belgelerime bakacaklar, birkaç soru sorarlar. Geliş amacımı, kimi ziyaret ettiğimi filan."

"Kimi ziyaret ediyorsun?" diye sordu muzip bir sesle.

"Bir arkadaşı," diye cevap verdim.

"Sadece bir arkadaş mı?*" (*Just a friend?)

Sorusunda 'sadece'yi değil de 'bir'i vurgulamış gibi konuştum. "Belki yenilerini de edinirim geldiğimde*" (*Maybe I will make new ones when I get there.)

"Benzersiz espri anlayışı geri döndü," dedi homurdanarak.

"Cidden. Acaba kimliğini sorarlar mı? Kimi ziyaret edeceksin gibi... Mektup yazabiliyor davet eden kişi. Mecburi değilmiş ama..."

"Ben de bir mektup yazabilirim istersen?"

"Ya konsolosluk görevlisi çılgın bir hayranınsa ve ziyaretim daha ben gelmeden açığa çıkarsa?"

"Gelememenden daha iyi bir seçenek bence. İşini kolaylaştıracaksa, hemen hallederim."

Alabileceğim tüm yardımı almalıydım. Hele de o uçak biletini satın almışken. "Tamam," dedim çok gönüllü olmasam da. Uğraşsın istemiyordum ama gitmek de istiyordum!

Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙Where stories live. Discover now