Bölüm 28. CESARET TEPESİ

996 91 20
                                    

FİNALE SON İKİ BÖLÜM KALDI VE BEN NELER DÜŞÜNDÜĞÜNÜZÜ MERAK EDİYORUM. SİZCE OZAN NEREDE?

Bir zamanlar diye başlar bütün hikayeler ve karanlıklar ekerek devam eder ama nedense biz hep sonunda bir ışık parlamasını bekleriz. Cadıların cirit attığı bir masalda, zifiriye bulanmış yüreklerin tahta oturduğu bir dünyadan hep bir lütuf bekleriz...

Bir haftanın sonunda taburcu olduğumda, tüm beklentilerini yitirmiş, kara büyülere teslim olmuş umutsuz bir vaka olarak ayrıldım hastaneden. Hiç kimse gelmedi, hiçbir haber gelmedi. Hemşireler ve doktorlar bana acıyarak baktı. Gocunmadım o bakışlarla karşılaştığımda, çünkü ne var ki tam da o bakışları hakkedecek kadar acınası bir haldeydim. Temiz havayı solurken, elimi karnıma götürdüm. Sızlayan yaram, içimde açtığı boşluğu hatırlattı. Dün defalarca Sedat'ı aramıştım ama ona da ulaşamamıştım. Hesap sormam gereken şahıs ise zaten hapisteydi ve ben, bir kez daha çaresizliğin kollarında örselendim. Önümde yollar diziliyken, gidecek hiçbir yerim yoktu. Bir süre hastanenin bahçesindeki bankta oturdum ve bomboş olan zihnimi düşünmeye zorladım. Parlak bir fikir değildi belki ama verdiğim kararla oturduğum banktan yavaşça doğruldum. Cebimden telefonumu çıkarıp, rehberi inceledim. Cebimde beş kuruş para yoktu ve buradan biran önce uzaklaşmak istiyordum.

"Bahadır amca merhaba, Sıla ben... Senden rica etsem beni  Umut Hastanesinin önünden alır mısın?" Telaşla birkaç sula yönelttikten sonra hemen geleceğini söyleyip telefonu kapattığında, adını telaffuz ettiğim hastanenin tabelasına çevirdim gözlerimi. İçimde zerresi kalmayan umut... Oysa özüme sığmayan aşktan bir gökdelen inşa etmiştim ben ve sahibinin başıma yıktığı gökdelenden kopan aşk kırıklıkları altında eziliyordum. Yaşamak sadece nefes almaktan ibaretti şimdi ve o nefesi almam için bana inatla bir sebep sunan yaratana isyan edemeyecek kadar güçsüzdüm. Ne kadar sürdü Bahadır amcanın gelmesi bilmiyorum ama geldi. İyi bir adamdı vesselam, zira mahallede çıkan dedikoduları işitmiştim. Benim ve Mine'nin kocaya kaçtığımız dedikoduları dolanıyordu. İnsanlar böyleydi işte, kendi hayatlarından çok başkalarının hayatlarını eleştirir ve ne yaşadıklarını önemsemeden, ne yaptıklarını ağızlarına sakız ederlerdi. Şimdi gerine gerine "Sıla kocaya kaçmış" diyenlerin hangisi biliyordu içimdeki o tarifi imkansız acıyı? Ya da hangisi biliyordu baştan sona yalan bir hayat yaşadığımı?  Hemen önümde duran arabaya doğru ilerleyip, ön koltuğa yerleşir yerleşmez zoraki bir tebessüm takındım.

"Çok teşekkür ederim Bahadır amca."

"Hayırdır kızım, senin hastanede ne işin var?" Sertçe yutkundum ve başımı eğip sessizliğe gömüldüm. Gözyaşlarımı dürtükleyen kederime karşı koymaya başarabildiğimde derin bir nefes aldım. Bahadır amca sorusunu yinelemedi ama hareket etmeye başladığımızda yola bakarak konuşmaya devam etti.

"Mahallede bir şeyler duydum ama inanmak gelmedi içimden. Eve mi gidiyoruz kızım?" 

"Yok, eve gidemem Bahadır amca, senin için sorun olmayacaksa beni istediğim yere bırakır mısın?" Elimi karnıma koyup, yüzümü ekşittiğimde bana baktığını fark etmemiştim.

"Sen iyi misin kızım, bir sorun mu var?" Gözlerimi ona çevirdiğimde, yoldan ara sıra ayırdığı bakışlarını üzerinde elim duran karnıma yönelttiğini gördüm.

"Biraz rahatsızlandım, birkaç gündür hastanedeydim ve........otobüse binecek param bile yoktu. Kimi arayacağımı bilemedim, eğer zor durama soktuysam seni özür dilerim." Sıkıntılı bir nefes alıp, bakışlarını yola sabitledi.

"Tamam kızım tamam, sen bana tarif et, nereye istiyorsan bırakayım seni..." Sonrasında yolu tarif etmek dışında tek kelime konuşmadım ki o da başka soru sormadı zaten. Çizdiğim rotada ilerlerken içimde en ufak bir duygu belirmedi. Sanki duygularımın ortasında bir nükleer bomba patlamıştı ve şimdi en ufak  duygunun filizlenemeyeceği kadar kara bir yüreğe sahiptim.  Yanaklarıma olan bağımlılığından kurtulan gözyaşlarım artık içime akıyordu ama kara yüreğimi sulamak için değil, kara yüreğimi daha da zifiriye boyamak içindi...  Gökyüzünde, ruhumu istila eden ıstıraba inat parlayan Güneş,  huzmelerinin değdiği tenimi ısıtamıyordu ki içimi ısıtsındı. Buzdan bir kütle gibiydim, bedenen ve ruhen. Sonunda nazik bir dille arabayı kenara çekmesini istediğimde, Bahadır amca en uygun yerde durdu.

CENNETE BİR ADIM(tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin