yirmi dört

22K 1.1K 191
                                    

Selam, beklediğiniz için teşekkür ederim. Artık daha aktifim, Alaca Tutkusu'da en kısa sürede sizlerle olacak. En geç haftaya ama inanın bu hafta olması için uğraşacağım. Sizi seviyorum.

Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

*

Araba boş caddede ilerliyordu. İkimizinde konuşmuyorduk ama onun öfkeli soluklarının sesi dinmemişti. Beni korkutuyordu, korkutmaktan ziyade başını belaya sokacağını bildiğim için tedirgindim. O kavganın orada bitmediğine emindim. Fırat belki geri çekilirdi ama Alptekin manyaktı, durmazdı. O durmayacağı için Fırat'ta delirecekti. İşin büyüyeceğine emindim. 

"Bir daha yapma." Sesim kısıktı, gözlerim gözlerine değmiyordu. Vereceği tepkiyi kestiremiyordum ama isteğimin sebei onu korumaktı. Olayın büyümesini ve onu etkilemesini istemiyordum. Yakınlarımda olması beni mahvetmeye yetiyordu. Birde benim için bu kadar ileri gideceğini bilmek kendimi tutmamı iyice engelleyecekti. "Sakın olayı uzatmaya kalkma Alp, ben gerisini halledeceğim." 

Araba hızlıydı, olması gerektiğinden çok daha hızlı kullanıyordu. Hızını yavaşlatmadan aniden frene basmasıyla öne doğru savruldum ama koluyla beni durdurdu. Bedenimi koltuğa geri itekledikten sonra eli çenemi tuttu. Çenemi elinin arasına sıkıştırırken öfkeden deliren mavi gözleriyle gözlerim buluştu. Dişlerini sıkıyordu, sert solukları yüzüme vuruyordu. İşte bu yüzden istemiyordum, onu korumak için uğraşıyordum.

"Tekrar et." Diye tısladı dişlerinin arasından, sanki tekrar söylersem canımı alacaktı. "Tekrar et ki seni odama kilitleyim."

Ellerimle eline uzandım. Çenemi sıkan parmaklarını yüzümden çekmeye çalışırken kalbimin atışları ağzıma ulaşmak üzereydi. Canımı yakmıyordu, korkutuyordu ama hissettirdiği başka bir şey daha vardı. 

"Alp-"

"Eğer o şerefsizin yanına gitmek için tek bir adım at yemin ederim seni odama kilitlerim." Gözleri yüzümde dolandı, hırıltılı solukları kesilmezken yüzüme doğru eğildi. "Blöf olmadığını sen çok iyi bilirsin, göze alıyorsan gitmeyi denersin."

"Bırak çenemi." Diye hırladım. Sesim kısık ve güçsüzdü. Elini daha sıkı çekmeye çalışırken gözleri büyüdü. Yüzü yüzüme yakındı, gözleri delirmiş gibi bakıyordu. Sesi zaten öfkesinden kudurduğunu gün yüzüne çıkarıyordu. 

"Gidemezsin, izin vermiyorum."

"Sana sormayacağım, bırak çenemi."

"Almira!" Diye gürledi, sesi sanki tokat gibi yüzüme çarparken yumruğunu direksiyona geçirdi. Ondan uzaklaşıp bıraktığı çenemi ellerimle ovuştururken gözlerim dolmuştu. Niye? Ona karşı neden bu kadar hassas ve kırılgandım? Neden ona eskisi gibi bakamıyordum, niye izin veriyordum bana bunları yapmasına?

O kendine göre haklıydı. Hatta ikimizin tarafından bakıldığındada haklıydı ama başına bir şey gelmesini istemiyordum. Fırat'ın ona gücü yetmezdi, kim olduğunu çok iyi biliyordu. Ama Alptekin pes etmezdi. Her şey çığırından çıkardı. Tek derdim onu korumaktı.

Elimi kapının kulbuna koyup ona baktım. Gözleri bende değildi, tam karşıya dışarıya bakıyordu. Dinmeyen soluklarının gücüyle göğsü inip kalkıyordu. "Kabasın, manyağın tekisin. Bu tavırlarından nefret ediyorum." Kapıyı açtığımda mavilikleri bana döndü. İneceğimi yeni fark etmişti. Umurumda değildi, o manyaksa ben ondan daha manyaktım. "Seni düşünüyordum ama anlayamayacak kadar gerizekalısın, uyuz."

"Çabuk geri bin."

"Defol git."

"Almira!" Diye bir kez daha gürledi ama umursamadım. Evin yakınındaydık en fazla beş dakika yürüyeceğim bir yol vardı. Onun bana emir vermesine izin veremezdim. 

"Almira kadar kafana taş düşsün."

"Düştü zaten." Diye tısladığında ona geri döndüm. Arbadan inmişti aramızda birkaç adım vardı. Mavi gözleri öfkesini diri tutsada binmem için sakin kalıyordu. Böyle olmalıydı, bana köpekmişim gibi davranmayacaktı. 

"Ne demek istiyorsun Alptekin, taş mıyım ben?" Birden kızgın ifadesi dağıldı. Dudakları yukarı kıvrılırken söylediklerimi içimden tekrar ettim, gerizekalıydım. O durduğu yerde beni izlemeye devam etti, bende ona bakmaya. Beş dakika önce arabada kuzu gibi oturan kızın bu kadar cazgırlaşacağını düşünmediğine emindim.

"Şey.." Diye mırıldandım ona doğru bir adım atarken sonra gözlerimi kaçırdım. Kalçasını arabasına yaslarken kafasını eğip beni izlemeye devam etti. Çok fena geri yaptığımın farkındaydım. "Öyle demek istemediğimi biliyorsun."

"Biliyorum." Omuzlarını silkti ama gülüşü bozulmadı. "Ama kızaran yanaklarını izlemek istiyorum."

Önce ben sonra o yutkundu. Gülümsemeyi denedim, yanlış anlaşılmaya izin vermemek için kendime bunun onun oyunlarından biri olduğunu hatırlattım. "Fırat'a bulaşmayacağına söz ver."

Gülümsemesi dondu, başını hızlıca iki yana salladı. "Asla, aksine onunla çok güzel vakit geçirceğime yemin edebilirm."

"Değmez. Nasıl biri olduğunu gördün. Bende gitmeyeceğim, sende."

"Değmez mi?" Güldü, alaycı ve sahte bir gülüştü. "Çok güzel bir sebebim var Almira, öyle çok değer ki." Sesi kesildi fakat bakışları saniye bile yüzümden çekilmedi. Gümbür gümbür çarpan kalbim sokağı inletmek üzereydi. Öyle derin bakıyordu ki beni çektiği çukurdan çıkmam imkansızlaşıyordu. Öyle derin bakıyorduki kim olduğumu, onun kim olduğunu unutuyordum. Sanki ona gitmeliydim, onunla olmalıydım. Tek yolum ona çıkıyordu ama gidemezdimde. Yapamazdım.

"Alptekin." Diye mırıldandım, ardından derince yutkunurken onun gözlerime nasıl baktığını gördüm. Duymak istediği şeylerin olduğunu gördüm ama ben yine susmayı tercih ettim. Başımı iki yana sallarken ona bir kez daha bakmadan arabasına ilerledim. O dışarıda olduğu yerde kaldı, gerilmiş kaslarıyla tam arabanın önünde sırtı bana dönüktü. Ne düşünüyordu, ne hissediyordu çözemiyordum. Çözemezdim,  çözmemeliydim.

Olduğu yerde birkaç saniye daha durdu ardından yavaşça arabaya yöneldi. Kafamı eğdim ve ona bakmaktan kaçtım. Arabayı çalıştırdıktan birkaç dakika sonra zaten eve varmıştık. Garaja arabayı park ettikten sonra onunla aynı anda bagajdaki torbalara yöneldik ama konuşmadan başıyla gitmemi işaret etti. Sessiz kalıp ona istediğini verdim,  adımlarım usulca mutfağa yöneldi. Melisa ve Hande Ablanın sesini duyabiliyordum. 

Tam mutfağa adım atacaktımki durdum. Alptekin'in üstü kanlıydı, onu öyle görseler telaşlanacaklardı. Onun bunu umursayacağını düşünmüyordum ama ben umursuyordum. Geldiğimin aksine hızlıca garaja yönelirken yolun yarısında onu gördüm. Elinde market poşetleriyle kaşları çatık bana doğru yürüyordu. Yüzümdeki telaşlı ifadeyi görünce kaşları daha derinden çatıldı.

Onu tuttuğum gibi garaja geri sürüklerken etrafa bakındım. "Seni böyle görmesinler, tişört getireceğim."

Mutsuz, gergin suratı öfkeli bir hal aldı. "Bunun için miydi?"

"Evet." Diye mırıldandım kendimi suçlu hissederken, bakışları beni delip geçmek istiyordu. "Başka ne olucaktı?"

"Almira." Diye nefesini üfledi. Elindeki poşetleri yere fırlatırken benden uzaklaştı. "Delirmem için ekstra bir çaba sarf etmene gerek yok. Normal hal ve haraketlerin yeterli oluyor."

"Ne diyorsun yine?" Ağzını açacaktıki izin vermedim. "Bekle beni tişört getireceğim odandan."

"Dur!" Bir adım bile atamadan kolumdan sıkıca tutup beni yeniden çekiştirdi. "Odama gitme."

"Ne var odanda?"

"Hiç." Eli ensesine tutundu ve göz bebekleri küçüldü. Mavilikleri dahada belirginleşirken yutkundum. "Ben gidip duş alırım."

Gözlerimi kısıp üzerinde dolandırsamda sesimi çıkarmadım eğilip poşetleri alacağımda yine izin vermemişti. "Git sen ben gönderirim."

"Uyuzsun." Diye mırıldandım. "Uyuzların şahısın." 

ALPTEKİNWhere stories live. Discover now