36 • Donghyuck

968 112 35
                                    


"Beni yalnız bırak, Donghyuck..."

Bu kelimeler kalbimi çok kötü yaralamıştı. Bu kelimeler bu eve gelermekle ve ondan biraz ilgi istemekte ne kadar aptalca davrandığımı fark ettirmişti. Bunlar asla unutamayacağım kelimelerdi. Onun aşkıma karşılık vereceğine dair olan tüm umutlarımı öldüren kelimelerdi..

Evet, Mark hyung'u seviyordum ve benim aptal kalbim ancak şimdi her şey çok geç olduğunda fark edebilmişti. Her şey, ismimle beraber o üç kelimeyle bitmişti.

"Donghyuck?" Arkamdaki Jeno'nun sesini duydum. Onu görebilmek için arkamı döndüm. Çantasını koltuğa bıraktı ve bana doğru koştu. "Neden ağlıyorsun?" Bunu söyleyemezdim. Ona, abisinin bana 'beni yalnız bırak' dediğini söyleyemezdim. Bu hala canımı çok fazla yakıyordu.

"Hiç..." demiştim ama tabiki, bana inanmadı. "Anlat bana, Donghyuck." Israr etti ve gözlerimin içine baktı. Ona durmasını söylemek istiyordum çünkü kalbim daha fazla buna dayanamıyordu ama tek yapabildiğim kolları arasında daha çok ağlamaktı.

"Sorun yok, Donghyuck. Seni evine bırakayım. Tamam mı?" Dedi ve benimle evime kadar yürüdü.





Lee'lerin evinde olandan olaysan sonra bir hafta geçmişti. Hergün kocaman bir işgenceye dönüşmüştü benim için. Onu gördüğüm her zaman, kendimi ağlarken buluyordum. Bunu durduramadım. Saklayamadım. Gülümseyemedim. Hatta Jeno'nun beni gülümsetmek için yaptığı binlerce denemesine rağmen, yapamadım. Neden mi? Çünkü onu her zaman görüyordum. Uzakta olsa bile onun sesini duyabiliyordum.

Jeno benim için bir çok şey hazırlamıştı. Serenat yapmıştı. Banan önünde sevgi özcükleri yazan kocaman peluş bir ayıcık vermişti. Evimize geldiğinde bana çiçek buketi vermişti. Benim ve onun fotoğraflarıyla dolu bir albüm hazırlamıştı. Hatta bana yapabilmek için nasıl kek yapılacağını öğrenmişti. Jeno'nun benim için bu kadar çaba sarf ettiğini görmek beni şaşırtıyordu ama aynı zamanda, onun için üzgün hissediyordum. Beni mutlu etmek için her şeyi deniyordu ama ona karşılık verebilmek için küçük bir çaba bile sarf etmemiştim. Eğer kalbim seveceği kişiyi seçebilecek olsaydı, Jeno'ya kalbimi vermeyi dilerdim. Ama olmadı.





"Selam Donghyuck!" Ellerindeki çikolatalı Milkshakelerle Jeno selamladı. Diğerini bana vermeye çalışmıştı ama almayı reddettim. "Sadece bir şeyler ye, Donghyuck." Jeno ısrar etmişti ama ben pes etmemek için daha çok direndim. Jeno bardakları masaya yerleştirdi ve yenilgiyle iç çekti. Tekrar bana baktı ve baştan aşağı beni süzdü. Oturduğu yerden kalktı ve ellerini kalçalarına yerleştirdi.

"Gerçekten senin sorunun ne, Donghyuck?! Geçen haftadan beri senin için feci şekilde endişeleniyorum çünkü öğle arasında hiçbir şey yemiyorsun. Kahrolasıca, gittikçe zayıflıyorsun. Seni seviyorum, Donghyuck... hemde çok ama fena derecede inatçı olman ve sağlığını hiçe sayman baş edebileceğimden çok fazla." Diye Jeno haykırmıştı. Kantindeki herkes bize bakıyordu. Jeno sinirle patlamıştı. Onu böyle görmek onlar için bir ilkti. Jeno asla gerçekten birisine sinirlenmeyecek tipte birisiydi... daha çok bana karşı. Sanırım, fazla ileri gitmiştim?

"Ben..." konuşamadım. Şimdi ona tek bir şey bile söyleyemedim. 'Üzgünüm, Jeno' bile diyemedim ve çikolatalı milkshakeni alıp içemedim. Doğru düzgün bir şey yapamadım.

"Mark hyung yüzünden mi?" O zaman, Jeno nazikçe sordu. Bu başımı iyice eğmeme sebep oldu. Adını duyduğumda ağlamamak için kendimi çok zorladım ama başaramadım. Jeno başıyla onayladı, şimdi cevabım hakkında bir ipucuya sahipti.

Çok kötü hissediyordum. Çok işe yaramaz. Çok suçlu hissediyordum.

Ve şimdi Jeno'yu da incitmiştim.

Gerçekten burada bu okulda olmayı hakketmiyordum.


Belki de, geri dönmem gerekiyordu.










The Lee's  [Tr]Where stories live. Discover now