40 • Mark

798 88 28
                                    

Bu gürültüde neydi? Babam neden sabahın köründe bağırıyordu? (Yemin ederim yazarken utandım...) huysuzca homurdandım. Saate baktığımdaysa sadece sabahın 06.30'du. Yataktan doğruldum ve telefonumu kontrol etmiştim. Biricik ve tek olan Donghyuckiemden gelen mesajı gördüğümde gülümsemeye başlamıştım.

Kimden: Hyuckie That I ❤

Günaydın Markiepoo! Bunu şimdi okuduğunu biliyorum ama ben hala uyuyorum. Haha. Neyse, kahvaltını yap, ok? Seni seviyorum.

Son cümleyle kızarmıştım. Ben de seni seviyorum şapşal.

Kime: Hyuckie That I ❤

İyi uykular, sevgilim. Ama çok uyuma çünkü seni kahvaltıdan sonra görmek istiyorum. Ben de seni seviyorum.




Sabahın bu erken saatinde tekrar kızarmıştım. Şuan içimde hissettiğim tüm bu dramatik sevgiyi kusmak istiyordum ama... sanırım hoşuma da gitmişti. Hoşuma değil daha çok AŞK gibi. Tamam, durmalıyım. Bu çok cringe.

(kelime oyunları var o yüzden cümleler garip olabilir.)

Aşağı kata inip aileme bakmaya karar vermiştim. Jeno'yu mısır gevreğini yiyorken sandalyesinde otururken görmüştüm. Hatırladığım kadarıyla, okul sahasında ağlıyor, bağırıyor ve çokça acı çekiyordu. Ama neden şimdi... gülümsüyor?

"Günaydın." Dedim ve Jeno şaşırtıcı bir şekilde ona özgü olan göz gülümsemesini göstermişti.

"Günaydın Mark Hyung!" Jeno kalbi kırık bir insan için aşırı garip olacak bir canlılıkla cevap vermişti? Gülümseyerek karşılık verip kendi yerime geçmeye karar vermiştim. Dadı Ji yanıma gelmiş ve önüme kocaman bir kase dolusu mısır gevreği koymuştu. Normalde, annem Jaehyun kahvaltıyı hazırlardı ama neden şimdi mısır gevreği yemek zorundaydım?

"Anne ve babam nerede?" Diye sordum, Jeno soruma cevap vermeden önce ikiside birbirlerine bakmışlardı.

" bugün onların yıl dönümü..." devam etmesi için onu başımla onayladım. "Bu sabah yataklarında vakit geçirmeye karar verdiler." Aksine, Dadı Ji devam etmişti.

"SABAH KAHVALTISINDA SEVİŞİYORLAR MI?" Dadı Ji susmam için eliyle ağzımı kapatana kadar bağırmıştım. Jeno söylediklerime inanamamış ve gülmekten yerlere yatmıştı. "Mark! Sadece uyuyorlar, tamam mı?!" Demişti dadı Ji.

"Yataklarında kalmaları onlar için o anlama gelmiyor, dadı Ji." Jeno işin aslını belli etmişti.

"Pekala, ikinizde ergenliğinizdesiniz ve dünyada neler olduğu konusunda aklınız biraz karışık olabilir ama bırakalarım odalarında vakit geçirsinler? Bunu hakkettiler. Şimdi, yemeğinizi yiyin."

Jenoyla birlikte sessizce gülmüş ve yemek yemeye geri dönmüştük ama bundan sonra... sessizlik aramızda hüküm sürmeye başlamıştı.

"Nasıl hissediyorsun?" Garip sessizliği bozarak sordum.

"İyiyim, hyung." Jeno yemeğini çiğnerken cevapladı. "Eminim şimdi sende oldukça mutlusundur."

"Je-"

"Ben iyiyim, hyung. Benim için endişelenme. Tamam mı? İkinizide seviyorum ve mutlu olmanızı istiyorum." Sadece başımla onayladım ve yemeğime geri döndüm. Yine de, kardeşim için endişelenmeden edemiyordum. Bizim yüzümüzden üzülmüştü ve bu suçluluk hissi hep olacaktı. Ama eğer Jeno iyi olduğunu söylüyorsa, sanırım, bu konuda ona güvenmeliydi. Değil mi?

"Sadece Donghyuck'u üzme yoksa bir gece yarısı gelip toplarını keserim." Yutkundum.












Hyuckie'yle birlikte ilk resmi buluşmamızı film izleyerek geçirmeye karar vermiştik. Biliyorum bu ilk buluşma çok klişe olabilirdi ama sessiz ve samimi anı Donghyuckla beraber karanlık bir yerde geçirmek istiyordum. Korku filmi yerine fantastik-aksiyon filmi seçmiştik çünkü

1. Donghyuck hayaletlerden korkuyordu

2. Ben de hayaletlerden korkuyordum

3. Eğer sinema salonunun içinde çok yüksek sesle bağırırsam bu buluşma çok kötü olurdu.

İkimizde korku filmi izlememeye karar vermiştik ve böylece buradaydık, Star Wars: The Last Jedi.


Sinema salonuna geldiğimizdeyse, samimi şeyler yaşayabileceğimiz bir yeri seçmiştim. Düşündüğünüz gibi samimi şeyler değildi ama belki elini tutmak, başını omzuma yaslaması ve tabiki yanağından bir öpücük çalabilmek olabilirdi.


Biz tam koltuklarımızı seçtiğimiz anda film başlamıştı ve ikimizde filme odaklanmadan önce patlamış mısırlarımızı yemeye dalmıştık.

Bir süre sonra... film aşırı iyiye benziyordu ve başlangıcı öyle iyiydi ki Donghyuck'la ilgili olan o tüm yakınlaşma planlarımı unutmuştum ve kendimi ağzım açık bir şekilde filme odaklanırken bulmuştum.




"Bu çok iyi!" Hayranlıkla haykırmıştım ta ki Donghyuck'un bu hareketime güldüğünü fark edene kadar. "Seni bu kadar heyecanlandıran bu film mi yoksa ben miyim?" Donghyuck dudaklarını büzerek sormuştu. Kendimi büzdüğü o dudakları öperken bulmuştum. "Tabiki beni heyecanlandıran şey Hyuckie'mle olmak."

"Öyleyse neden ağzın açık bir şekilde filmi izliyordun, huh?"
Donghyuck benimle dalga geçiyordu ve bana dil çıkartmıştı.

Erkek arkadaşımı kollarımın arasına çekmiş ve hayatım onun ellerindeymiş gibi sıkıca sarılmıştım. Hyuckie sarılmamdan kurtulmak için kıpırdanmıştı ama ince ama güçlü kollarımla daha da sıkıca sarılmış ve başımı omzuna yaslamıştım.

"Seni seviyorum, Hyuckie." Kulağına doğru fısıldadım ve o üç kelimeyi söyledikten sonra kalp atışlarını sesinin yükseldiğini ve hızlandığını hissedebiliyordum

"Be...ben..."

"..."

"B... ben açım hyung. Yemek yemeye gidebilir miyiz?" 'Ben de seni seviyorum' diye bir cevap bekliyordum ama ben de açtım bu yüzden onu fast food restorantlarından birine götürmüştüm. İstediğim cevabı alamadığım için sürekli somurtuyordum ve Donghyuck'un fark ettiğini de biliyordum ama hala beni görmezden geliyor ve ne zaman o üç kelimeyi söylediğim konuya dönmeye çalışsam konuyu değiştiriyordu.












"Ben de seni seviyorum, aptal." Dedi hamburgerlerimizi yediğimiz zaman. Bugün üçüncü defa kızarmıştım.

The Lee's  [Tr]Where stories live. Discover now