𝒏𝒆𝒗𝒆𝒓 𝒍𝒆𝒕 𝒚𝒐𝒖𝒓 𝒇𝒆𝒂𝒓 𝒅𝒆𝒄𝒊𝒅𝒆 𝒚𝒐𝒖𝒓 𝒇𝒂𝒕𝒆

189 17 29
                                    

6

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

6.Bölüm|Satürn

Okuduğum her bir sayfayı özenle çevirirken düzgün yazı tipi ve eş kenarlara sahip şekilleri kadar dikkatimi çeken şeylerden birisi de yazıların sayfaların sonuna kadar ilerlemiyor oluşuydu. Kelimeler her zaman sayfanın sonuna yaklaşamadan bir ya da iki santim önce son buluyordu. Başlarda her ne kadar bunun onun için imkânsız olacağını düşünsem de daha dikkati bir şekilde incelemeye ve okuduğum her bir sayfayı tekrar analiz etmeye başladım. Yine de bir şeyler oturmuyordu.

Kaldığım sayfayı dikkatlice kapatarak yanımdaki koltukta duran çantamın üzerine gelişi güzel bir şekilde bıraktığım telefonumu aldım. İnternete girerek arama motoruna 'OKB' yazdıktan hemen sonra açılan pencerelerde genel özelliklerini biraz daha araştırmaya koyuldum ancak karşıma çıkan tüm sonuçlar düşündüğüm gibi yaptığı bu davranışı mantıksız kılıyordu.

Telefonumun bana çok fazla katkı sağlayamayacağını fark ettiğimde onu eski yerine bırakarak tekrar defteri elime aldım ancak bu sefer kalan boşlukları incelemek yerine bir sonraki sayfada yer alan kelimelere, sayfanın en başına odaklandım ve o an bu yaptığının nedenini anladım. Onu kelimelerin bir düzen içerisinde olmayışından daha çok sinir eden başka bir şey vardı.

Kelimelerinin yarım kalması...

(Yoongi)

Okuduğum sayfanın sonuna gelmemle kaşlarımı çattım. 'İnsanların kişiliklerini daha iyi anla-' kelime yarım kalmıştı ve ben bundan hiçbir zaman hoşlanmazdım. Ne zaman sayfayı çevirip kalan heceyi veya heceleri okumaya çalışsam bir önceki sayfada kalan kısmı görememek huzursuz hissettirirdi.

"Yine prensimizin canını ne sıktı?" Hafif iğneleyici sesi kulaklarıma dolduğunda amacının aslında benimle konuşmak olduğunu bilmeme rağmen son iki saat on beş dakikadır -yani karşılaştığımızdan beri- sıklıkla yaptığım gibi onu umursamadım ve sayfayı ileri geri hareket ettirmeye devam ettim. İki parçaya bölünmüş bu kelimeyi düzgün okumalıydım. Derin bir nefes aldım ve bu işlemi gözüm onları tek parça haline getirene kadar tekrarladım. Sonunda 'anlamanı' kelimesini tek parça görebildiğimde -Aslında sadece zihnimde birleşmişti yoksa tek parça olduğu bile yoktu.- cümleyi en baştan okuduktan hemen sonra arka sayfalarda duran ayıracı aldım ve dikkatli bir şekilde kaldığım yere yerleştirerek kitabı kapattım.

"Prens?" Diye sorusunu es geçerek ona yeni bir soru yönelttim. Yakınmışız gibi durmadan isimler takıyordu. "Çokbilmiş, zeki çocuk ve şimdi de prens mi oldum?" dedim aynı sorgular tonda. Bunlardan hoşlanmazdım çünkü insanlar ne zaman birbirine isimler takmaya veya bunun gibi şeyler yapmaya başlasa bu yakınlaştıkları anlamına gelirdi. Bir insanın sahiplendiği evcil hayvanına isim takması ve bunun getirisi olarak ona bağlanması gibi... Ama bizim için böyle bir durum söz konusu değildi.

Aslında 'Benim' ve herhangi bir başkası için bu durum söz konusu değildi. Ne zaman birisinin yanında olsam takıntılarım ortaya çıktığında yine yalnız kalan ve terk edilen ben oluyordum. Kimse benim gibi birisiyle yan yana gelmek dahi istemiyordu ve o da istemeyecekti. Bu yolculuk sona erdiğinde -ki bu yaklaşık olarak iki saat sonrasına tekabül ediyordu.- hiç karşılaşmamışız gibi birbirimizin yanından geçip gidecektik.

Derin bir iç çektim ve cesurca gözlerimin içine bakan gözlerine baktım. "Bana bu şekilde seslenme."

"Sadece arkadaş olmaya çalışmıştım." Yutkundu ve gözlerindeki değişen ifadeyi anlayamamam için başka bir tarafa bakmaya başladı. Derince soludum ve içime dolan, nedenini bile anlayamadığım sıkıntının geçmesini umdum. Yeniden zihnimde baş gösteren o takıntılarla uğraşmak istemiyordum.

"Arkadaş değiliz." Dedim kelimelerimin üstüne basa basa. Sol elim saçlarıma uzanmış ve gerginlikle dağılmalarına neden olmuştum. Hâlbuki sabah özenle düzleştirmiş ve tüm takıntılarıma rağmen güzel bir hale getirebilmiştim.

"Söylemiştin." Dedi. Konuyu uzatmak istemediği kırgın ses tonundan bile belli oluyordu. Yeonwa onunla karşılaştığım ilk andan beri benimle konuşmak için çabalamış ve onu ne kadar itersem iteyim her zaman vazgeçmeden daha cesur ve daha neşe dolu bir halde adım atmıştı. Şimdiyse geçen iki saatin ardından yüzündeki ifade ilk kez kırılmış ve belki de tüm çabalarının boşa olduğunu fark etmişti. Onu böyle kıranın arkadaş olmak istemeyişim mi yoksa sözlerim mi olduğundan emin olamıyordum.

Saç tellerim arasındaki elim durdu ve göğsümde kendini belli eden o his yavaş yavaş belirmeye başladı. Tam kaburga kemiklerim arasında baş gösteriyor ve yavaş yavaş zehirli bir sarmalık gibi tüm göğsüme yayılıyordu.

"Yanlış anladın." Dedim. Neden olduğunu bile bilmediğim bir şekilde ona kendimi açıklama ihtiyacıyla dolmuştum. Göğsümde dolanan o rahatsız edici his giderek büyürken 'Biliyorum sen de diğerleri gibi gideceksin.' demek istedim ve bir de 'Sen gitmeden önce ben senden olabildiğince kaçıyorum.' diye eklemek.

Zihnimde yer edinmiş bu düşünce bir nevi Goya'nın tablosu ile eş değer bir düşünce yapısına sahipti. Satürn'ün gelecekte çocuklarının yapabileceklerinden korkarak onları henüz kendisine zarar veremeyecek haldeyken, doğumlarının hemen ardından yemesi gibi kendimden uzaklaştırıyordum. Ben Yeonwa için Satürn kadar acımasız mıydım emin değildim ancak gelecekte, tahminen bu trenden inmemizin hemen ardından, beni terk edeceğini bildiğim halde kendimi ona açamazdım.

"Aslında anlamadım." Dediğinde yüzüme çıkan bakışları kırgındı. Sanki başından beri sakladığı tüm duyguları gözbebeklerinde toplanmış ve yaşlara karışıp akmak için doğru zamanı bekliyorlardı. Burnunu çekti ve gülümsemeyi deneyerek gözlerini gözlerimden ayırdı. Onu kırdığımı bilmek daha fazla huzursuz hissetmeme neden olmuştu.

Peki neden onu, kırılıp kırılmadığını bu kadar önemsiyordum?

Gözlerimi ard arda birkaç defa kırpıştırarak bir süre karşımdaki kırgın ifadesini izledim ve çocuklarını yedikten hemen sonra Satürn de böyle hissetmiş miydi diye merak etmekten geri duramadım.

"Biraz hava alacağım." Dedim, oturduğum yerden kalkıp karşısında dikilirken. Bir umut benimle konuşmasını bekliyordum ama sadece kısa bir göz teması kurmuş ve başıyla onayladıktan hemen sonra pencereden dışarıyı izlemeye devam etmişti. Benimle konuşmamakta kararlı gibiydi. O an ilk defa onu gerçekten kırdığımı fark ettim. Sadece kırk sekiz saniye sessiz kalabilen, neşe dolu bir kızı iki dakikalık bir sessizliğe boğmuştum. Aynı bir zamanlar çevremde olan diğer insanlar gibi onu da kendimden uzaklaştırmıştım.

Ciğerlerimdeki tüm havayı dışarı üfledim ve "Bir şey ister misin?" diye sordum. Kısaca "Hayır" demiş ardından "Arkadaş değiliz, böyle şeyleri sormana gerek yok." diye de eklemişti. Başımla sözlerini onayladım. Haklıydı, ona bunu ben söylemiştim ancak şimdi nedenini bilmediğim bir şekilde ona karşı kullandığım kelimeleri bana karşı kullanışı suçlu hissediyordu.

"Doğru." Demekle yetindim. "Biz arkadaş değiliz." sonra kendime hatırlatmak istercesine bir kez daha fısıldadım. "Sadece birlikte yolculuğa çıkmış ve yakında yollarını ayıracak iki insanız."

⭐Tabloları yorumlamaya ve onlar hakkında bilgi edinmeyi seviyorum. Eğer bölümlere uygun olursa böyle ara ara farklı tablolara yer vermeyi düşünüyorum.

⭐Siz Yeonwa'nın yerinde olsanız ne yapardınız?

⭐Veee oy ve yorum bırakmayı unutmayın.

Lagom メ YoongiWhere stories live. Discover now