yirmi dokuz

2.2K 208 51
                                    

uyarı: jikook bölümü. son paragraflar dışında olay örgüsüne hiçbir katkısı yok, okumak istemeyenler atlayabilir!! <3 (okumadan önce bu ficte jimin'in maknae olduğunu yeniden hatırlatmak isterim)





Jimin saat yedi olduğunda kalbindeki anlamsız kıpırtıyı göz ardı etmeye çalışarak dükkanı kapattı. Adımları ve hareketleri aceleciydi ama kendisi farkında değildi, dudaklarını dişliyordu ve hızlıca eve giderken zihninde yıllar öncesine ait bir şarkı çalıyordu. Neşeli bir şarkıydı, nereden diline takıldığını bilmiyordu.

Eve geldiğinde annesini ve kız kardeşini mutfakta yemek yerken buldu; polis olan babası her zamanki gibi çalışıyordu. Jimin birkaç gün öncesinden annesine bugün bir arkadaşıyla dışarı çıkacağını söylediği için sıkıntı olmamıştı. Duşunu alıp üzerine bir 'randevuda' giyilebilecek şeyler geçirdi: Siyah bir pantolon ve pantolonun içine soktuğu siyah tişörtü. Jungkook'a bu çoktu bile.

Gözlerini devirdi ama düşüncesiyle bile kalbi hızlandı. Jeon Jungkook.

Sarı saçlarını kuruturken kapının çaldığını duydu. "Ben çıkıyorum!" diye bağırdı aceleyle annesine, hava soğuk olur diye kot ceketini aldı ve cüzdan telefon ikilisini de tamamlayınca dışarı çıktı.

Jungkook, tamamen siyahların içinde, en az kıyafetleri kadar siyah bir motora yaslanmış onu bekliyordu –zile bastıktan sonra geri bu pozisyona geçme çabası Jimin'in gülmek istemesine sebep olsa da dudaklarını birbirine bastırdı.

"Motorumun havalı olduğunu söylemeyecek misin?" diye sordu Jungkook, sarışın oğlan ona doğru gelirken.

Jimin ötekinin uzattığı kaskı alırken gözlerini devirdi. "Jungkook, ben bir şirket sahibiyim. Küçük motorun beni etkilemez."

Gözlerini devirme sırası Jungkook'taydı. "Seokjin hyung olsa etkilenirdi." Jimin ona aldırmadan kaskı kafasına taktığında Jungkook birkaç saniye alaylı yüzüyle ona baktı, küçük vücuduna kask büyük gelmişti. Jimin'in kaskın emniyetini bağlayacağını fark edince öne uzanıp kendisi bağladı, kaskın filtreli camı ardından göz göze geldiklerinde Jimin'in boğuk sesini duydu.

"Ne yapıyorsun?"

"Jin hyung olsaydı bunu yapardım," dedi ilgisizce. "Unuttun mu, bugün o olarak geliyorsun benimle randevuya?"

Jimin başını sallayıp dudaklarını dişlediğinde Jungkook kendi kaskını takmış, küçüğünün arkasına binmesini beklemişti. Jimin daha motor çalışmadan ellerini ötekinin beline sardı, başını geniş omza yaslarken Jungkook'un suratındaki sırıtıştan bihaberdi.

Yola çıktıklarında Jungkook'un gereksiz hızı Jimin'i irkiltmiş, ona daha da sarılmasına sebep olmuştu. Küçük elleri ötekinin tişörtüne sıkıca tutunmuştu.

Süslü restoranın önüne gelince Jimin rüzgardan tir tir titriyordu. "Tanrım," diye sızlandı, ceketine daha da sarınırken. "Bu kadar hızlı gitmek zorunda mıydın?"

Jungkook cevap vermeden yeniden sırıttı, eli Jimin'in beline gittiğinde küçük yine irkilmişti ama tepki vermeden şık restorandan içeri girdiler. Bir garson sarı ışıkla donatılmış restoranda masalarının yerini gösterirken Jimin etrafını inceledi. Kasabada gerçekten de lüks denilebilecek ve oldukça pahalı olan tek restoran burasıydı –genelde turistlerin geldiği ve bu yüzden fiyatlarının uçuk olduğu bir yerdi.

Cam kenarındaki masaya oturduklarında Jimin küçük kasabanın nasıl da ayakları altında olduğunu fark etti. Dolgun dudakları "o" şeklini almış, gözlerine bir parıltı yerleşmişti kasabanın ışıklarıyla.

dandelion || taejinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin